YAĞMUR VE ANTALYA

YAĞMUR VE ANTALYA
Antalya’dan selamlar…
Fi tarihinde arkadaşlarımla bir kaç günlük bir tatil için gelmiştik Antalya’ya …
Üç gün ara vermeksizin yağmur yağmış ve bizde zamanı Ahmet Kaplan’ın evinde okey oynayarak geçirmiştik. 
Aradan geçen yaklaşık 35 yılın ardından yine bir antalya seyahati.  Bu kez Nuh Derya kardeşimin karavanındayım. Deniz önümde kah dalgalı kah durgun. 
Bu kez oyun oynamıyoruz, çünkü sohbetlerimizin dışında kalan her an yağmurla başbaşayız… 
Yalnızlık insan azlığı değildir. 
Yalnızlık merhamet, vicdan, sevgi, paylaşma gibi duygulardan yoksun olanların gün sonu muhasebe anıdır. 
Hamdolsun Rabbimin fıtratımıza yüklediği bu hasletler gani gani mevcut. Gün sonu muhasebemizde gönül rahatlığımızın, iç sesimizle terennümü ile geçer.
Bu yazıyı yazarken de tabiri caizse sicim gibi yağmur dökülüyor. 
Karavanın her bölgesinden ayrı notalar dökülüyor içeriye. 
Kimi bas, kimi tiz ama inanılmaz bir entegrasyonla düşüyor içime…
Çay oldukça sıcak, gün soğuk, Antalya’da iki battaniye, bir yorgan…
İnziva olmasa da yakın anlamda bir kaç gün. 
Ne kadar uzar bu inziva anı bilmiyorum ama sıyrılmak kendi kendimle konuşmak hoş. 
Yazmakta öyle… diziliveriyor sözcükler. 
Sevgili Ali Saylam’ın önce hal hatır soruşu, yapacağımız bir şey var mı naifliğinden sonra köşe yazısı gönder dediğinden sonra en geç yarım saate sığan bir makale. 
Tüm dostlara, dost kalanlara, vefa kavramını unutmayanlara, en kalbi duygularımla temennim odur ki…
Hayat bir birimizden nefret edecek kadar uzun değil…

Her şeyi Birinden beklemek için hayat çok kısa…

İnsan bazı şeyleri anladım zannediyor ancak çoğu şeyi anlayamadan bitiyor hayat…
Kiminin gönlüne girmeye 
Kiminin de gönlünü almaya çalışıyoruz…
Bazen de kırılıp darılıyoruz…

Hülasa;
Ne küsmeye yetiyor,
Ne bir gönüle girmeye,
Ne de gönül almaya,
Bir lahzalık zaman hayat…
Hiçbir şeye yetmeyecek kadar kısa…
Hiç kimseyi bekletmeyecek kadar kısa…

Maalesef;
Bir oraya bir buraya koşturup duruyoruz…
İki ileri bir geri,
Üç aşağı beş yukarı

Bazende;
Beş aşağı üç yukarı hayat…
Ne oraya,
Ne de buraya yetişemiyoruz…

Vuslat varken;
Niçin bekletiliyoruz?
Niçin bekletiyoruz?
Hakkı Balcı