HAKLISIN BAHATTİN ABİ...

Güncel (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 25.02.2021 - 03:11, Güncelleme: 25.02.2021 - 03:11
 

HAKLISIN BAHATTİN ABİ...

Hakkı Balcı Köşe Yazısı

Telefon kayıtlarımda bir kısım ismin hemen ardında ‘dost’ ibaresi yazar. Dost olunca da telefon kavranarak açılır. Kucaklayarak bakılır. Arayan tebessümle karşılanır. Bir dosttu arayan. Sarıldım telefona. ‘Aslanım buyur’ dedim gencecik sese... Mukabelesi aynıydı. ‘Aslanım napan sen.’ Derken meramımı bile dinlemeden daldı zihnini kurcalayan konuya. Ses tonu hesap sorar nitelikteydi. ‘Bu bizim gazeteciler neye küser birbirine. Dertleri ne, bi anlat bakayım.’ Deyiverdi. Evet, hesap sorabilir fırça da çekebilirdi. Çünkü arayan Seydişehir gazeteciliğinin dibacesi; Bahattin Paslı’ydı. İlk refleksim; “Bahattin abi öncelikle belirteyim. Ben kimseyle küs değilim. Küs olmak içinde bir sebebim yok.” Şeklindeydi. Haklıydı üstat... Yazar, çizeriz, işaret parmağımızla tepeden, ‘aman ha’ deriz, spordan, ekonomiye, insan psikolojisine kadar ayar veririz. Hatta yazmadan, çizmeden Copy Paste gazeteciliği ile kendimize yargıç, savcı payesi verir kaykıla kaykıla ahkam keseriz. Gel ve lakin kendimizden bihaberiz... “Bahattin abi, kimin kim ile ne gibi bir sorunu var bilmiyorum ama eminim ve emin ol fındık kabuğunu doldurmayacak cinsten şeyler. Kendimizi aşamadığımız yerel gazeteciliği hala kavrayamadığımız gibi bir şey.” Halbuki! Ana akım medyanın pürmelali ortada. Hepsi rant kapılarının kulu, borazanı, herkes birilerine yandaş... Ayakta kalmaya çalışan bir kaç edebiyat dergisinden başka hepsi oportünist... Allah diyeni de aynı, Yallah diyeni de aynı... Evet abi gazetecilerin arasında adı konulmamış bir soğukluk hatta düşmanlığa dönüşen bir kavga var. Peki neden? Neyi bölüşemiyoruz? Hep bir dalaş ve sataşma... Halbuki yerel basın o şehrin gelişmişliğini, okuma düzeyinin, halkın şehrine ve bölgesine ilgisinin, duyarlılığın göstergesidir. Bölge halkının kendisidir, komşusu, yaşananlarıdır. Kısacası o bölge ile ilgili her şeyidir. Haber değeri olan bir olay yoksa ana akım medyanın umrunda değilsiniz. Öyleyse; yaptığımız işin ne denli önemli olduğunun önce kendimiz farkında olmalıyız. Gazeteciliğin dışında girift ilişkiler ve şirin görünme aşağılığından kurtulmalıyız. Diğer ve en önemli husus ise haset duygularından arınmalıyız. 80’li yılların sonu ve 90’lı yılların başlarında bunu başarmıştık. Rahmetli Sefa Koyuncu, Zeki Erman abi, Hasan Leventoğlu, İdris Tosun, Mustafa Sarıkamış, Sami Akbaş, Metin Türker, şeref Değirmenönü, Hasan Hüseyin Sarı, Enver Haykır, Arif Bilgin, ömer yaylalı gibi isimler aynı yere taş atabiliyorduk. Şimdi ne oldu? Aslında hiç bir şey olmadı Bahattin abi. Kronik Seydişehir rahatsızlığı bu. Yerel gazeteciliğin, bu ulvi görevin ağırlığını taşıyamıyoruz. Duygularımıza, çıkarlarınıza göre insani değerlerimizi bile gözardı edecek kadar bir hırsın esiriyiz... Ha! Abi birde şu ‘döklüsünde galasıca kibir’ Yani bu düzelir mi? Düzelir Bahattin abi... Nasıl düzelir abi? Kendimizi düzelterek... Öte yandan; Yerel medya kuruluşlarının yaşaması artık çok kolay değil. Maliyetler hakikaten ağır. Basın İlan Kurumu gelirleri ve bölgelerindeki kurumların verdikleri reklam ve ilanlarla, sattıkları gazetelerle ayakta kalma çabasındalar. Peki yerel basına ne kadar yardımcıyız? Yaşamaları için ne yapıyoruz? Okuyucunun bir gazeteyi beş dakikada okuyup bir yargıya varıyor olması ama mutfağı görmüyor olması manidar değil mi? Manavgat/2021   Gerçekten söz gümüş, Sükût; her zaman altın mı? Susanlar altın suyuna batırılmış toplumsal huzur abideleri midir? Sükût; budanmış yorgun harflerin, içi boşaltılmış kavramların, olumsuz cümlelere dönüşmesini engellemek ve incecik kalplerin kırılmasından korkmanın bir tezahürü ise eyvallah... Başımız gözümüz üstüne... Sükût şayet pragmatik bir kurnazlığın tezahürüyse, Başını kuma gömmek ise, Üç maymunu oynamak ise , Olmaz olsun böyle sükût... Susuyorlar ve kim ne ürettiyse, Kim ne konuştuysa, Durumdan vazife çıkarıyor, Fırsat kolluyor, Ve sırtından vuruyorlar... Üretenler, aylakların beslenme çantası gibi... Devir, devran değişiyor, Bu gerçek asla değişmiyor. Değişmiyorlar... Hakikikaten; hep konuşanlarda mı, üretenlerde mi kabahat? Meyve vermesin mi ağaçlar? Başkasına kötü deyip, Kendini iyi görenler; Kötülüğünüz kötülediğinize ulaşmaz, Ulaşsa bile iyilik sana ulamaz...
Hakkı Balcı Köşe Yazısı

Telefon kayıtlarımda bir kısım ismin hemen ardında ‘dost’ ibaresi yazar.

Dost olunca da telefon kavranarak açılır. Kucaklayarak bakılır. Arayan tebessümle karşılanır.

Bir dosttu arayan.

Sarıldım telefona.

‘Aslanım buyur’ dedim gencecik sese...

Mukabelesi aynıydı.

‘Aslanım napan sen.’

Derken meramımı bile dinlemeden daldı zihnini kurcalayan konuya.

Ses tonu hesap sorar nitelikteydi.

‘Bu bizim gazeteciler neye küser birbirine. Dertleri ne, bi anlat bakayım.’ Deyiverdi.

Evet, hesap sorabilir fırça da çekebilirdi.

Çünkü arayan Seydişehir gazeteciliğinin dibacesi; Bahattin Paslı’ydı.

İlk refleksim;

“Bahattin abi öncelikle belirteyim. Ben kimseyle küs değilim. Küs olmak içinde bir sebebim yok.” Şeklindeydi.

Haklıydı üstat...

Yazar, çizeriz, işaret parmağımızla tepeden, ‘aman ha’ deriz, spordan, ekonomiye, insan psikolojisine kadar ayar veririz.

Hatta yazmadan, çizmeden Copy Paste gazeteciliği ile kendimize yargıç, savcı payesi verir kaykıla kaykıla ahkam keseriz.

Gel ve lakin kendimizden bihaberiz...

“Bahattin abi, kimin kim ile ne gibi bir sorunu var bilmiyorum ama eminim ve emin ol fındık kabuğunu doldurmayacak cinsten şeyler.

Kendimizi aşamadığımız yerel gazeteciliği hala kavrayamadığımız gibi bir şey.”

Halbuki!

Ana akım medyanın pürmelali ortada. Hepsi rant kapılarının kulu, borazanı, herkes birilerine yandaş...

Ayakta kalmaya çalışan bir kaç edebiyat dergisinden başka hepsi oportünist... Allah diyeni de aynı, Yallah diyeni de aynı...

Evet abi gazetecilerin arasında adı konulmamış bir soğukluk hatta düşmanlığa dönüşen bir kavga var.

Peki neden?

Neyi bölüşemiyoruz?

Hep bir dalaş ve sataşma...

Halbuki yerel basın o şehrin gelişmişliğini, okuma düzeyinin, halkın şehrine ve bölgesine ilgisinin, duyarlılığın göstergesidir.

Bölge halkının kendisidir, komşusu, yaşananlarıdır.

Kısacası o bölge ile ilgili her şeyidir.

Haber değeri olan bir olay yoksa ana akım medyanın umrunda değilsiniz.

Öyleyse; yaptığımız işin ne denli önemli olduğunun önce kendimiz farkında olmalıyız.

Gazeteciliğin dışında girift ilişkiler ve şirin görünme aşağılığından kurtulmalıyız.

Diğer ve en önemli husus ise haset duygularından arınmalıyız.

80’li yılların sonu ve 90’lı yılların başlarında bunu başarmıştık.

Rahmetli Sefa Koyuncu, Zeki Erman abi, Hasan Leventoğlu, İdris Tosun, Mustafa Sarıkamış, Sami Akbaş, Metin Türker, şeref Değirmenönü, Hasan Hüseyin Sarı, Enver Haykır, Arif Bilgin, ömer yaylalı gibi isimler aynı yere taş atabiliyorduk.

Şimdi ne oldu?

Aslında hiç bir şey olmadı Bahattin abi.

Kronik Seydişehir rahatsızlığı bu.

Yerel gazeteciliğin, bu ulvi görevin ağırlığını taşıyamıyoruz.

Duygularımıza, çıkarlarınıza göre insani değerlerimizi bile gözardı edecek kadar bir hırsın esiriyiz...

Ha! Abi birde şu ‘döklüsünde galasıca kibir’

Yani bu düzelir mi?

Düzelir Bahattin abi...

Nasıl düzelir abi?

Kendimizi düzelterek...

Öte yandan;

Yerel medya kuruluşlarının yaşaması artık çok kolay değil. Maliyetler hakikaten ağır. Basın İlan Kurumu gelirleri ve bölgelerindeki kurumların verdikleri reklam ve ilanlarla, sattıkları gazetelerle ayakta kalma çabasındalar.

Peki yerel basına ne kadar yardımcıyız? Yaşamaları için ne yapıyoruz?

Okuyucunun bir gazeteyi beş dakikada okuyup bir yargıya varıyor olması ama mutfağı görmüyor olması manidar değil mi?

Manavgat/2021

 

Gerçekten söz gümüş,

Sükût; her zaman altın mı?

Susanlar altın suyuna batırılmış toplumsal huzur abideleri midir?

Sükût; budanmış yorgun harflerin, içi boşaltılmış kavramların, olumsuz cümlelere dönüşmesini engellemek ve incecik kalplerin kırılmasından korkmanın bir tezahürü ise eyvallah... Başımız gözümüz üstüne...

Sükût şayet pragmatik bir kurnazlığın tezahürüyse, Başını kuma gömmek ise,

Üç maymunu oynamak ise ,

Olmaz olsun böyle sükût...

Susuyorlar ve kim ne ürettiyse,

Kim ne konuştuysa,

Durumdan vazife çıkarıyor,

Fırsat kolluyor,

Ve sırtından vuruyorlar...

Üretenler, aylakların beslenme çantası gibi...

Devir, devran değişiyor,

Bu gerçek asla değişmiyor.

Değişmiyorlar...

Hakikikaten;

hep konuşanlarda mı,

üretenlerde mi kabahat?

Meyve vermesin mi ağaçlar?

Başkasına kötü deyip,

Kendini iyi görenler;

Kötülüğünüz kötülediğinize ulaşmaz,

Ulaşsa bile iyilik sana ulamaz...

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve toroslargazetesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.