‘NE ÇEKTİYSEK SİZDEN ÇEKTİK..’

Güncel (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 26.12.2019 - 05:25, Güncelleme: 26.12.2019 - 05:25
 

‘NE ÇEKTİYSEK SİZDEN ÇEKTİK..’

Hakkı Balcı Yazısı

1700’lü yıllarda Seydişehir’in her mahallesine ve kervanların geçeceği yerlere onar on beşer adamını yerleştirerek tüccarlara saldırıp öldüren, hatunlara tecavüz eden ve 25 yıl Seydişehir’de hüküm sürmüş bir belalısı varmış. Bıyıklı Ahmet… Aynı zamanda ayan olan Gevreklili Bıyıklı Ahmet mahalli idarecilerin, adamları ile Seydişehir mahkemelerini basarak kadıların çalışmalarına engel olur ve  İstanbul’a kafa tutarmış. Neyse ki tutuklanmış, Karaman cezaevinde yatarken 8 bin kuruş rüşvet vererek Şam’a kaçmış. Halk Bıyıklı Ahmet’ten kurtulduğunu zannederken oğlu Numan; etrafındaki eşkıya sayısını 400-500’e çıkararak babasının kaldığı yerden zulümlere devam etmiş. Hatta Numan döneminde Seydişehir’e gelen mübaşirler kayıtlarında ‘Seydişehir’de emniyet namına bir şey kalmadığı’ şeklinde rapor geçmişler. Bunu neden anlattım size? Bu yazımda Kamu ve özel sektörde geçen uzun çalışma hayatım ayrıca gazetecilik geçmişimde en çok şahit olduğum üzerimize çıban gibi yapışmış bir hastalıktan yani İdare-i Maslahatçılıktan bahsetmek istiyorum. Neyse ki Seydişehir şanslıymış Zira araştırmam sırasında; yine Osmanlı döneminde yaklaşık yüz yıl sonra yaşanmış İdare-i Maslahatçılık ile ilgili başka bir eşkıya hadisesi var. Kısaca aktarmak istiyorum. Şair Eşref'inyaşadığı dönemde (1847-1912) Ege dağları eşkıyanın yatağı olmuş. Eşkıya, Eşref'in kaymakamlık yaptığı ilçeyi, 'Tuz yok, şeker yok, ekmek yok' bahaneleriyle sık sık basarmış. Bir değil, iki değil... Sabrının sonuna gelmiş Kaymakam Eşref. Her defasında durumu İstanbul'a ilettiğinde, 'Buradan yapılacak bir şey yoktur. Oradaki jandarmalarla İdare-i maslahat (Şartlara göre idare etme) ediniz.' şeklinde talimat gelirmiş. Sonunda eşkıya azıtıp kaymakamlık binasını da işgal etmiş. Kaymakam Eşref durumu acele olarak İstanbul'a bildirmiş. Cevap yine 'İdare-i maslahat edilmesi...' şeklinde gelince, Eşref İstanbul'a şu telgrafı çekmiş; “İdare gitti, maslahat elimizde kaldı." Yazımın başında da belirttiğim gibi kamu, özel sektör ve basın hayatımda bu durumun hiç değişmediğini gördüm. 15 Temmuz ihaneti ile zuhur eden asılsız fetöcü ihbarlarının etkisi ile oluşturduğu bu gevşek ortam idare-i maslahatçıların sayısını da artırdı. Hatta esir alacak boyutta. Sorumluluk bilinci gelişmiş kişiler nerdeyse aptal muamelesine maruz bırakıyorlar. Her Şeye rağmen; Susmak ya da idare-i maslahat;;vukuu bulan bir vahametin alevine su olabilmek midir, yoksa körük mü? Susmak ya da idare-i maslahat;Sözlerin kifayet etmeyeceğine kani bir çaresizin edep etme kavramı mıdır yoksa bir haksızlığın karşında kişisel çıkarlar adına susarak bencilliğini gizleyenlerin kamufle aracı mıdır? Hakikaten;hep konuşanlarda mı, konuştuklarını iyi ya da kötü eyleme döken aşikârlarda mı kabahat…  Bireyler arası ve toplumsal ilişkilerin hangi aralığında susmalı insan? Gerçekten söz; hep gümüş, sükût; her zaman altın mıdır? Eğer öyleyse; “Dünya yansa umurumda değil…” diyerek, yanan dünyalara kombine seyir bileti alan kurnazların, aymazların, egoistlerin ve puslu havayı kollayıp on ikiden vurmayı hedefleyenlerin sükûtları altın, kendileri altın suyuna batırılmış toplumsal huzur abideleri midir? Ya da tam tersi;sözün manasını ve kendini düşürmeyen, bireysel ve toplumsal yaralara merhem olmaya aday nitelikli bireylerde, seçilmişte, atanmışta göz önünde bulunan, Allah korkusu taşıyan sorumluluk sahibi konuşanlarda mı hep kabahat? Allah aşkına susanların hiç mi kabahati yok? Bu maslahatçıların, zaman zemine göre renk değiştiren lâl’lerin, sağırların; konuşan, üreten bireyleri susarak sömüren, asalet pozu vererek samanın altından su yürüten, haksızlık karşısında susan şeytanların hiç mi suçu yok? Hülasası; Konuşan ama insan ve toplum yararına fayda sağlama gayretinden kopmayan birey, aile, kurum ve camialar ile edebinden, adabından susan zekiler, iyi insanlar ne zaman çoğalıp bir araya gelecekler? Ve her kelama bela, nefret, haset, enaniyet, bencillik yükleyen ötekileştiriciler ne zaman hakkın, hukukun, adaletin hâkim olduğu zamana mağlup olup güç zafiyeti yaşayacaklar? ‘Sükût ikrardan gelir…’sözü artık; asillerden ve asıllardan daha çok, anlamı itibari ile kendisine ya da toplumsal değerlere yöneltilen ithamlara sözlü olarak karşılık vermeyen duyan sağırların, gören körlerin, maslahatçıların, faydacıların kullandığı argüman haline geldi… GÜNÜN SÖZÜ YAZININ ÖZÜ “Gelişinin bir damla su, gidişinin bir avuç toprakla olduğunu bilen, sözünün eri, karakterli, bölüşen, kibirden münezzeh, kaliteli insanlara denk gelsin hayatınız.”
Hakkı Balcı Yazısı

1700’lü yıllarda Seydişehir’in her mahallesine ve kervanların geçeceği yerlere onar on beşer adamını yerleştirerek tüccarlara saldırıp öldüren, hatunlara tecavüz eden ve 25 yıl Seydişehir’de hüküm sürmüş bir belalısı varmış.

Bıyıklı Ahmet…

Aynı zamanda ayan olan Gevreklili Bıyıklı Ahmet mahalli idarecilerin, adamları ile Seydişehir mahkemelerini basarak kadıların çalışmalarına engel olur ve  İstanbul’a kafa tutarmış. Neyse ki tutuklanmış, Karaman cezaevinde yatarken 8 bin kuruş rüşvet vererek Şam’a kaçmış.

Halk Bıyıklı Ahmet’ten kurtulduğunu zannederken oğlu Numan; etrafındaki eşkıya sayısını 400-500’e çıkararak babasının kaldığı yerden zulümlere devam etmiş. Hatta Numan döneminde Seydişehir’e gelen mübaşirler kayıtlarında ‘Seydişehir’de emniyet namına bir şey kalmadığı’ şeklinde rapor geçmişler.

Bunu neden anlattım size?

Bu yazımda Kamu ve özel sektörde geçen uzun çalışma hayatım ayrıca gazetecilik geçmişimde en çok şahit olduğum üzerimize çıban gibi yapışmış bir hastalıktan yani İdare-i Maslahatçılıktan bahsetmek istiyorum.

Neyse ki Seydişehir şanslıymış

Zira araştırmam sırasında; yine Osmanlı döneminde yaklaşık yüz yıl sonra yaşanmış İdare-i Maslahatçılık ile ilgili başka bir eşkıya hadisesi var. Kısaca aktarmak istiyorum.

Şair Eşref'inyaşadığı dönemde (1847-1912) Ege dağları eşkıyanın yatağı olmuş. Eşkıya, Eşref'in kaymakamlık yaptığı ilçeyi, 'Tuz yok, şeker yok, ekmek yok' bahaneleriyle sık sık basarmış. Bir değil, iki değil... Sabrının sonuna gelmiş Kaymakam Eşref. Her defasında durumu İstanbul'a ilettiğinde, 'Buradan yapılacak bir şey yoktur. Oradaki jandarmalarla İdare-i maslahat (Şartlara göre idare etme) ediniz.' şeklinde talimat gelirmiş. Sonunda eşkıya azıtıp kaymakamlık binasını da işgal etmiş. Kaymakam Eşref durumu acele olarak İstanbul'a bildirmiş. Cevap yine 'İdare-i maslahat edilmesi...' şeklinde gelince, Eşref İstanbul'a şu telgrafı çekmiş; “İdare gitti, maslahat elimizde kaldı."

Yazımın başında da belirttiğim gibi kamu, özel sektör ve basın hayatımda bu durumun hiç değişmediğini gördüm. 15 Temmuz ihaneti ile zuhur eden asılsız fetöcü ihbarlarının etkisi ile oluşturduğu bu gevşek ortam idare-i maslahatçıların sayısını da artırdı. Hatta esir alacak boyutta. Sorumluluk bilinci gelişmiş kişiler nerdeyse aptal muamelesine maruz bırakıyorlar.

Her Şeye rağmen;

Susmak ya da idare-i maslahat;;vukuu bulan bir vahametin alevine su olabilmek midir, yoksa körük mü?

Susmak ya da idare-i maslahat;Sözlerin kifayet etmeyeceğine kani bir çaresizin edep etme kavramı mıdır yoksa bir haksızlığın karşında kişisel çıkarlar adına susarak bencilliğini gizleyenlerin kamufle aracı mıdır?

Hakikaten;hep konuşanlarda mı, konuştuklarını iyi ya da kötü eyleme döken aşikârlarda mı kabahat… 

Bireyler arası ve toplumsal ilişkilerin hangi aralığında susmalı insan?

Gerçekten söz; hep gümüş, sükût; her zaman altın mıdır?

Eğer öyleyse; “Dünya yansa umurumda değil…” diyerek, yanan dünyalara kombine seyir bileti alan kurnazların, aymazların, egoistlerin ve puslu havayı kollayıp on ikiden vurmayı hedefleyenlerin sükûtları altın, kendileri altın suyuna batırılmış toplumsal huzur abideleri midir?

Ya da tam tersi;sözün manasını ve kendini düşürmeyen, bireysel ve toplumsal yaralara merhem olmaya aday nitelikli bireylerde, seçilmişte, atanmışta göz önünde bulunan, Allah korkusu taşıyan sorumluluk sahibi konuşanlarda mı hep kabahat?

Allah aşkına susanların hiç mi kabahati yok?

Bu maslahatçıların, zaman zemine göre renk değiştiren lâl’lerin, sağırların; konuşan, üreten bireyleri susarak sömüren, asalet pozu vererek samanın altından su yürüten, haksızlık karşısında susan şeytanların hiç mi suçu yok?

Hülasası;

Konuşan ama insan ve toplum yararına fayda sağlama gayretinden kopmayan birey, aile, kurum ve camialar ile edebinden, adabından susan zekiler, iyi insanlar ne zaman çoğalıp bir araya gelecekler?

Ve her kelama bela, nefret, haset, enaniyet, bencillik yükleyen ötekileştiriciler ne zaman hakkın, hukukun, adaletin hâkim olduğu zamana mağlup olup güç zafiyeti yaşayacaklar?

‘Sükût ikrardan gelir…’sözü artık; asillerden ve asıllardan daha çok, anlamı itibari ile kendisine ya da toplumsal değerlere yöneltilen ithamlara sözlü olarak karşılık vermeyen duyan sağırların, gören körlerin, maslahatçıların, faydacıların kullandığı argüman haline geldi…

GÜNÜN SÖZÜ YAZININ ÖZÜ

“Gelişinin bir damla su, gidişinin bir avuç toprakla olduğunu bilen, sözünün eri, karakterli, bölüşen, kibirden münezzeh, kaliteli insanlara denk gelsin hayatınız.”

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve toroslargazetesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.