Hakkı BALCI
Köşe Yazarı
Hakkı BALCI
 

GÜLER MİSİN, AĞLAR MISIN?

Pürtelâş bir telefonun ardından düştük Taraşçı yoluna… Sol yanımdan kayıp giden kırmızı yürüyüş yolunun bitiminde mezarlık kenarına konuşlanmış tam donanımlı komandolar; 1980 öncesi Taraşçı çağrışımlarını da beraberinde getirmişti… Kasaba halkı, güvenlik kuvvetleri, devletin memurları… Meydan oldukça kalabalık… Kasaba dedim, zira ne köy nede kasabalarımıza mahalle demek içime sinmiyor vesselam… Efendim bunca milletin toplanış sebebi; mahkemesi ve tartışmalarının yaklaşık 3 yıldır devam ettiği nizalı bir park… Niza sebebi her ne kadar 1400 metre karelik park alanının yaklaşık 100 metrekarelik alanına yapılan bir şelaleden ibaret gibi görünse de; gerçek sebep ve böylesi bir sonuç koskocaman bir inattan mütevellit… Biri demiş ki; -         “Bu şelaleyi yıktıramazsın, parkı başına yıkarım…” Diğeri de demiş ki; -         “Bende bu yaptığın şelaleyi yıktıracağım, haydi başıma bu parkı yıktır da bir göreyim…” Netice itibari ile… Kimsenin itiraz hakkı yok zira şeriatın kestiği parmak acımaz… Yüksek yargı, kararı vermiş… Bu şelale yıkılacak… Yıkıldı da… Bu hadise; kasaba meydanında bulunduğum süre içerisinde taraflardan duyduklarım; komik gibi görünen ama düşündüren Kemal Sunal Filmlerinden farklı değildi aslında… Bu hadise; Devletin ilgili bütün birimlerini meşgul eden yine devletin ilgili başkaca kurumlarının çözüme yönelik müdahalede bulunmamasından kaynaklıydı aslında… Bu hadise; sözü dinlenen köy büyüklerinin, kanaat önderlerinin, sıddık eşrafın yokluğunun tezahüründen başka bir şey değildi aslında… Bunca debdebe, masraf, ayrışma, dedikodu, kutuplaşma bir inada mağlup edilen kardeşlik, insanlıktan öte bir şey değildi… İnsansızlıktı aslında… Eyvallah kaygısızlar… Eyvallah kayıtsızlar… “Size dokunmayan yılan bin yıl yaşasın emi…” Bu hadise; mahkeme kararının uygulanmasıydı ama iş makinesinin şelaleye, milli servete her darbesinde içim ezildi doğrusu… *** Üst üste olur ya bazı şeyler… Dün; kuaför koltuğuna oturduğum anda gelen kadim dost bendenizi işaret ederek patlattı espriyi… Dilim varmıyor anlatmaya… Epeydir böyle gülmemiştim… Sıra bekleyen bir amca ise çocuk sayısı üzerinden yapılan espriye mukabelesi Taraşçı’da yaşanan trajikomik park hadisesinden farklı değildi… Dökülüverdi adını unuttuğum amcam… “Amcam 1971’de Etbank’a girdim biraz çalıştık sonra bize ‘çocuk yapmama’ kursu verdiler… Doğulu olduğum için sadece doğululara veriyorlar zannettim kurs salonuna bir baktım her taraftan insanlar var… Şimdi de üç çocuk yetmez dört yap diyorlar… Deseler de yapamam gali…” Ve sazı aldı eline kadim dost Şerafettin Demirci ve Etibank’tan emekli amca… Daha neler neler… Gülme krizi geçirdim… Güldük ama kendi kendime sansür koyarak ifade etmeye çalıştım iki trajikomik hadise işte… Hülasası; Kimimizin az, kimimizin çok katkısının bulunduğu bir sürü trajikomik hayatı yaşıyoruz hep birlikte… “Ağlayacak halimize gülüyor, gülecek halimize de ağlıyoruz…” deriz ya hani… İşte tam böyle bir ahval… Gülmesini bilmediğimizden mi? Kolaylıkla gülebilmemizi sağlayabilecek ruh halinden hep uzak oluşumuzdan mı? Normal bir hayat yaşayabilme imkânlarından yoksun oluşumuzdan mı? Rabbim bu millete bu devlete zeval vermesin inşallah… GÜNÜN SÖZÜ YAZININ ÖZÜ… “Herkeste olan dört şeyden, dört şey daha meydana gelir: İnatçılıktan, rezillik; öfkeden, pişmanlık; kibirden, düşmanlık; tembellikten de düşkünlük.” Ferideddin-i Attar
Ekleme Tarihi: 13 Kasım 2021 - Cumartesi

GÜLER MİSİN, AĞLAR MISIN?

Pürtelâş bir telefonun ardından düştük Taraşçı yoluna…

Sol yanımdan kayıp giden kırmızı yürüyüş yolunun bitiminde mezarlık kenarına konuşlanmış tam donanımlı komandolar; 1980 öncesi Taraşçı çağrışımlarını da beraberinde getirmişti…

Kasaba halkı, güvenlik kuvvetleri, devletin memurları… Meydan oldukça kalabalık…

Kasaba dedim, zira ne köy nede kasabalarımıza mahalle demek içime sinmiyor vesselam…

Efendim bunca milletin toplanış sebebi; mahkemesi ve tartışmalarının yaklaşık 3 yıldır devam ettiği nizalı bir park

Niza sebebi her ne kadar 1400 metre karelik park alanının yaklaşık 100 metrekarelik alanına yapılan bir şelaleden ibaret gibi görünse de; gerçek sebep ve böylesi bir sonuç koskocaman bir inattan mütevellit…

Biri demiş ki;

-         “Bu şelaleyi yıktıramazsın, parkı başına yıkarım…”

Diğeri de demiş ki;

-         “Bende bu yaptığın şelaleyi yıktıracağım, haydi başıma bu parkı yıktır da bir göreyim…”

Netice itibari ile…

Kimsenin itiraz hakkı yok zira şeriatın kestiği parmak acımaz… Yüksek yargı, kararı vermiş… Bu şelale yıkılacak… Yıkıldı da…

Bu hadise; kasaba meydanında bulunduğum süre içerisinde taraflardan duyduklarım; komik gibi görünen ama düşündüren Kemal Sunal Filmlerinden farklı değildi aslında…

Bu hadise; Devletin ilgili bütün birimlerini meşgul eden yine devletin ilgili başkaca kurumlarının çözüme yönelik müdahalede bulunmamasından kaynaklıydı aslında…

Bu hadise; sözü dinlenen köy büyüklerinin, kanaat önderlerinin, sıddık eşrafın yokluğunun tezahüründen başka bir şey değildi aslında…

Bunca debdebe, masraf, ayrışma, dedikodu, kutuplaşma bir inada mağlup edilen kardeşlik, insanlıktan öte bir şey değildi… İnsansızlıktı aslında…

Eyvallah kaygısızlar… Eyvallah kayıtsızlar…

“Size dokunmayan yılan bin yıl yaşasın emi…”

Bu hadise; mahkeme kararının uygulanmasıydı ama iş makinesinin şelaleye, milli servete her darbesinde içim ezildi doğrusu…

***

Üst üste olur ya bazı şeyler…

Dün; kuaför koltuğuna oturduğum anda gelen kadim dost bendenizi işaret ederek patlattı espriyi… Dilim varmıyor anlatmaya… Epeydir böyle gülmemiştim…

Sıra bekleyen bir amca ise çocuk sayısı üzerinden yapılan espriye mukabelesi Taraşçı’da yaşanan trajikomik park hadisesinden farklı değildi… Dökülüverdi adını unuttuğum amcam…

“Amcam 1971’de Etbank’a girdim biraz çalıştık sonra bize ‘çocuk yapmama’ kursu verdiler… Doğulu olduğum için sadece doğululara veriyorlar zannettim kurs salonuna bir baktım her taraftan insanlar var… Şimdi de üç çocuk yetmez dört yap diyorlar… Deseler de yapamam gali…”

Ve sazı aldı eline kadim dost Şerafettin Demirci ve Etibank’tan emekli amca… Daha neler neler… Gülme krizi geçirdim…

Güldük ama kendi kendime sansür koyarak ifade etmeye çalıştım iki trajikomik hadise işte…

Hülasası;

Kimimizin az, kimimizin çok katkısının bulunduğu bir sürü trajikomik hayatı yaşıyoruz hep birlikte…

“Ağlayacak halimize gülüyor, gülecek halimize de ağlıyoruz…” deriz ya hani… İşte tam böyle bir ahval…

Gülmesini bilmediğimizden mi?

Kolaylıkla gülebilmemizi sağlayabilecek ruh halinden hep uzak oluşumuzdan mı?

Normal bir hayat yaşayabilme imkânlarından yoksun oluşumuzdan mı?

Rabbim bu millete bu devlete zeval vermesin inşallah…

GÜNÜN SÖZÜ YAZININ ÖZÜ…

“Herkeste olan dört şeyden, dört şey daha meydana gelir: İnatçılıktan, rezillik; öfkeden, pişmanlık; kibirden, düşmanlık; tembellikten de düşkünlük.” Ferideddin-i Attar

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve toroslargazetesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.