Hakkı BALCI
Köşe Yazarı
Hakkı BALCI
 

KAYDIR PARMAKLARI…

Çocukluk yıllarımı hatırlarım uzak diyarlardan eşekleri ile gelen dost ve nesep günlerce evimizde kalırdı... Hele Gılçarlı Gara Mustafa'yı hiç unutmam... Rahmetli annem, yokluğa rağmen köy usulü ikramları ile misafirin heybesini doldurur onun sonraki gelişi için gönül rahatlığını sağlardı... Ya şimdi; Ucuz, değersiz şeyler için bile günde bin kez parmaklarımızı kaydırdığımız son model telefonlarımız, hemen ucundaki dosta, nesebe, arkadaşa hukuk oluşmuş herhangi bir kişiye neden bu kadar mesafeli doğrusu anlayamam... ''Modern dünyanın asıl yoksulluğu, kıymet bilir insanların azlığıdır.'' diyen Yusuf Genç, kim bilir hangi öznenin, hangi tür vefasızlığına maruz kaldı... Halbuki..! Kıymetile kıyamet kavramları öylesine ilintili ki birbirine... Keşke, verilmeyen kıymetin diğer kişinin kıyameti olduğunun; bu önemli kavramın son gidişin ardından niteliksiz bir sözcüğe dönüşeceğinin idrakinde olabilsek... Keşke son model araçlarımızın uzaktan kumandasına bastığımız an çıkan alarm sesinden duyduğumuz hazzı, geriye dönüp kibirle süzdüğümüz dünya malını, herhangi bir gönlün alınmasından duyacağımız hazza araç kılabilsek... Keşke, telefonun ucu kadar yakın insanlığa bu kadar uzak, bu kadar insafsız olmasak... Son model telefonlarımızın koruyucu filmlerinin üzerinden raks ettirerek kaydırdığımız parmaklarımızı bir vefaya, bir kıymete kaydırsak... Unutmasak... Bir dostun, bir arkadaşın, bir vefanın, bir nesebin kıyameti olmasak... Zamanlı versek kıymeti... Kıymetsizhissettirmesek kalpleri... Kahrolası dünyayı; ihmallerimize, vurdumduymazlıklarımıza ihtiraslarımıza, mezar etmemiz gerekirken; onca güzel kavramı parmaklarımızla kaydırdığımız mezarlara nasılda kolayca gömüyoruz… Kahrolası dünyayınasılda insansız hale getiriyoruz… Yenemediğimiz benlik duygularımızın doğurganlığını besleye besleye; kalbimizin, ciğerimizin, aklımızın hücrelerini, dünyanın bütün mahpushanelerinden daha kalabalık hale nasılda getirdik… Hücrelerimizi dolduran nefis belası onca sahtekârlığı; muhakemesiz, muhasebesiz, mahkemesiz kendi haline, başıboş bırakırken; başkalarının sahtekârlığına nasılda muhalif olabiliyoruz… Yargıcı kesilip, kendimize protest roller biçiyoruz… Son model telefonlarımızın ıslak mendille silinen cici camlarının üzerinden kayıp giden parmaklarımız; unutulmuş, ihmal edilmiş, dünya meşakkatine değişilmiş bir dostun, bir nesebin, bir arkadaşın, bir dertlinin, bir yaşlının, bir ihtiyaçlının; hiç ummadığı, ya da çok umduğu anına kaymayacakta ne zaman kayacak? Sayısal ömrümüzü, belki son anına kadar hep böyle yaşayıp, bencilliklerimizden beslenen mutluluklarla tamamlayacağız… Peki ya sonrası;sonrası meçhul… Bildiğim ve mantığımın idrak ettiği tek şey; bireysel ibadet sorumluluklarımızdan daha çok insanlığımızın sorgulanacağıdır… Alev Alatlı’nınDevlet ricaline verdiği bir konferansta sarf ettiği kapanış cümleleri ve derinliği içine dalıp; itidalsizliğime fırsat vermeden yazımı nihayetlendirmek istiyorum… Diyor ki Alatlı; “21. Yüzyılın en büyük toplum projesi, helal olanı, yasal olanla örtüştürmek olsa gerekir… Kadim değerlerle rabıtası zedelenen özgürlüklere, şerden yana bükülmelerini önlemenin yollarını bulmak zorundayız… Yasaların tanıdığı haklardan, insanlık ya da Allah adına feragat etmenin garipsenmediği bir yeni düzen getirmek zorundayız… Tarihin bize öğrettiği bir şey var ister en mükemmel yönetim sistemini ister ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiş olsun, bir medeniyetin sevgi ve nefis terbiyesi dumura uğramış manevi enerjisi tükenmişse; o medeniyeti ne Birleşmiş Milletler tüzüğü, ne Helsinki beyannamesi nede en üstün silahlar kurtarabilir…” Hülasası; Ne sevdiği belli insanın, ne sövdüğü, nede dövdüğü… Sorun sanırım kolayca dökülen ‘söz’lerde… Anlatması da zor… Anlaması da… Alatlı’nın işaret ettiği; dumura uğramış toplumsal nefis terbiyemiz, tükenen manevi enerjimiz ile ihmallere kurban ettiğimiz bireysel yükümlülüklerimiz, rabıtası zedelenmiş insanlığımız nasılda örtüşüyor… Nasılda kayıp gidiyor parmaklarımızla… GÜNÜN SÖZÜ YAZININ ÖZÜ Komsumuz açken gayet de tok yattık... Vicdan sızlatan adama; haber diye baktık... Her hangi bir yerde hangi bir insan üşüyordu... Sıcak yatağımızda umursamadan yattık... Çünkü yüzde yüz insan... Yüzde doksan dokuz Müslüman’dık…[hb]         Öyle bir gideceğizki birgün geriye dönüşümüz asla olmayacak... [hb]
Ekleme Tarihi: 13 Kasım 2021 - Cumartesi

KAYDIR PARMAKLARI…

Çocukluk yıllarımı hatırlarım uzak diyarlardan eşekleri ile gelen dost ve nesep günlerce evimizde kalırdı...

Hele Gılçarlı Gara Mustafa'yı hiç unutmam... Rahmetli annem, yokluğa rağmen köy usulü ikramları ile misafirin heybesini doldurur onun sonraki gelişi için gönül rahatlığını sağlardı...

Ya şimdi;

Ucuz, değersiz şeyler için bile günde bin kez parmaklarımızı kaydırdığımız son model telefonlarımız, hemen ucundaki dosta, nesebe, arkadaşa hukuk oluşmuş herhangi bir kişiye neden bu kadar mesafeli doğrusu anlayamam...

''Modern dünyanın asıl yoksulluğu, kıymet bilir insanların azlığıdır.'' diyen Yusuf Genç, kim bilir hangi öznenin, hangi tür vefasızlığına maruz kaldı...

Halbuki..!

Kıymetile kıyamet kavramları öylesine ilintili ki birbirine...

Keşke, verilmeyen kıymetin diğer kişinin kıyameti olduğunun; bu önemli kavramın son gidişin ardından niteliksiz bir sözcüğe dönüşeceğinin idrakinde olabilsek...

Keşke son model araçlarımızın uzaktan kumandasına bastığımız an çıkan alarm sesinden duyduğumuz hazzı, geriye dönüp kibirle süzdüğümüz dünya malını, herhangi bir gönlün alınmasından duyacağımız hazza araç kılabilsek...

Keşke, telefonun ucu kadar yakın insanlığa bu kadar uzak, bu kadar insafsız olmasak...

Son model telefonlarımızın koruyucu filmlerinin üzerinden raks ettirerek kaydırdığımız parmaklarımızı bir vefaya, bir kıymete kaydırsak...

Unutmasak...

Bir dostun, bir arkadaşın, bir vefanın, bir nesebin kıyameti olmasak...

Zamanlı versek kıymeti...

Kıymetsizhissettirmesek kalpleri...

Kahrolası dünyayı; ihmallerimize, vurdumduymazlıklarımıza ihtiraslarımıza, mezar etmemiz gerekirken; onca güzel kavramı parmaklarımızla kaydırdığımız mezarlara nasılda kolayca gömüyoruz…

Kahrolası dünyayınasılda insansız hale getiriyoruz…

Yenemediğimiz benlik duygularımızın doğurganlığını besleye besleye; kalbimizin, ciğerimizin, aklımızın hücrelerini, dünyanın bütün mahpushanelerinden daha kalabalık hale nasılda getirdik…

Hücrelerimizi dolduran nefis belası onca sahtekârlığı; muhakemesiz, muhasebesiz, mahkemesiz kendi haline, başıboş bırakırken; başkalarının sahtekârlığına nasılda muhalif olabiliyoruz… Yargıcı kesilip, kendimize protest roller biçiyoruz…

Son model telefonlarımızın ıslak mendille silinen cici camlarının üzerinden kayıp giden parmaklarımız; unutulmuş, ihmal edilmiş, dünya meşakkatine değişilmiş bir dostun, bir nesebin, bir arkadaşın, bir dertlinin, bir yaşlının, bir ihtiyaçlının; hiç ummadığı, ya da çok umduğu anına kaymayacakta ne zaman kayacak?

Sayısal ömrümüzü, belki son anına kadar hep böyle yaşayıp, bencilliklerimizden beslenen mutluluklarla tamamlayacağız…

Peki ya sonrası;sonrası meçhul…

Bildiğim ve mantığımın idrak ettiği tek şey; bireysel ibadet sorumluluklarımızdan daha çok insanlığımızın sorgulanacağıdır…

Alev Alatlı’nınDevlet ricaline verdiği bir konferansta sarf ettiği kapanış cümleleri ve derinliği içine dalıp; itidalsizliğime fırsat vermeden yazımı nihayetlendirmek istiyorum…

Diyor ki Alatlı; “21. Yüzyılın en büyük toplum projesi, helal olanı, yasal olanla örtüştürmek olsa gerekir… Kadim değerlerle rabıtası zedelenen özgürlüklere, şerden yana bükülmelerini önlemenin yollarını bulmak zorundayız… Yasaların tanıdığı haklardan, insanlık ya da Allah adına feragat etmenin garipsenmediği bir yeni düzen getirmek zorundayız… Tarihin bize öğrettiği bir şey var ister en mükemmel yönetim sistemini ister ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiş olsun, bir medeniyetin sevgi ve nefis terbiyesi dumura uğramış manevi enerjisi tükenmişse; o medeniyeti ne Birleşmiş Milletler tüzüğü, ne Helsinki beyannamesi nede en üstün silahlar kurtarabilir…”

Hülasası;

Ne sevdiği belli insanın, ne sövdüğü, nede dövdüğü… Sorun sanırım kolayca dökülen ‘söz’lerde… Anlatması da zor… Anlaması da…

Alatlı’nın işaret ettiği; dumura uğramış toplumsal nefis terbiyemiz, tükenen manevi enerjimiz ile ihmallere kurban ettiğimiz bireysel yükümlülüklerimiz, rabıtası zedelenmiş insanlığımız nasılda örtüşüyor… Nasılda kayıp gidiyor parmaklarımızla…

GÜNÜN SÖZÜ YAZININ ÖZÜ

Komsumuz açken gayet de tok yattık...

Vicdan sızlatan adama; haber diye baktık...

Her hangi bir yerde hangi bir insan üşüyordu...

Sıcak yatağımızda umursamadan yattık...

Çünkü yüzde yüz insan...

Yüzde doksan dokuz Müslüman’dık…[hb]

 

 

 

 

Öyle bir gideceğizki birgün geriye dönüşümüz asla olmayacak... [hb]

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve toroslargazetesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.