Hakkı BALCI
Köşe Yazarı
Hakkı BALCI
 

SEYDİŞEHİR ÖLÜ EVİ GİBİ (2)

PABUCUN DAMA ATILMASI… ‘Seydişehir Ölü Evi gibi…’ Başlıklı birinci yazımda Seydişehir’de yaşanan ticari sessizliğe “Sanki, İspanya’da siesta anı, yada Arap yarımadasında her herhangi bir ülkede Kaylûle zamanı…” benzetmesi yapmış ve can çekişen Seydişehir esnaf ve sanatkarımıza dikkat çekmiştim… Siftah yapmadan kapatan onlarca esnaf ve sanatkâr olunca da köşe yazısı içeriği itibari ile oldukça yoğun tepki aldı… Tabi tepkiler ticari sessizlikten payını alan, genel ve bildik sebeplere serzenişlerinden ibaret değil… Ticari ahlak, işine, mesleğine saygı, müşteri memnuniyeti gibi hasletlerden uzak; günü kurtarma derdinde olan esnaf ve sanatkârında sayılarının gittikçe arttığını ve ‘bunları da yazman gerekirdi…’ diyenlerin sayısı da bir hayli fazla… İlçe dışında yaşayan akrabalarının bile çoğu ihtiyacını Seydişehir’den karşılayan finans sektörümüzün sevilen simalarından, Seydişehir aşığı bir dertli de bu minvalde tepkiler gösterdi… Ve sonuna kadar haklıydı… Genelleme yapmak asla doğru değil ancak tadilatını, tamiratını yaptırıp elimizde kalan birçok ürünün uğrattığı zararın gerçek müsebbibinin ustalık iddiasında olan güya sanatkârların varlığı… Konya’dan alınan aynı marka, aynı kalite çoğu ürün arasındaki fiyat farklılıklarının fahiş düzeylerde olduğu… Bu anlamda kalite ve standartların gittikçe düştüğü, gittikçe artan bir ivme ile müşterinin alışverişini Konya’dan yapmaya çalıştığı gerçekleri göz ardı edilemez… Seydişehir-Konya arası yolcu taşıyan firmaların rekabetleri sırasında dolmuş ücretleri 1(bir) Türk Lirası gibi rakamlara düşünce çocuklar dahi alışveriş için akın akın Konya’ya gidiyorlardı… Bu durumu şiddetle eleştirmiş alışverişlerimizi ilçemizden yapmamız gereğine işaret etmiştim… Bugün itibari ile bu görüşü savunur muyum bilemiyorum zira her alanda ve kavramda sapmalar ve düşmeler var… Hülasası; Seydişehir’de gittikçe gerileyen, düşen standartların, ölü evi sessizliğine bürünen ticaret ve ticari canlığın sebepleri aranırken esnafın ve sanatkârımızın da kendisini gözden geçirmesi gerektiğini söyleyenlerin sayısı da hiç az değil… Bu anlamda yazacak çok argümanımız var ancak bu durumu; hepimizin zaman zaman kullandığı ‘pabucu dama atılmak’ deyimin hikâyesini paylaşarak vurgulamak istedim… “Osmanlı devrinde esnaf teşkilatı, ahilik geleneğinin uzantısı olarak belli bir nizam içerisinde ve fevkalade sağlıklı işlemiştir... Her esnaf teşekkülünün bir kethüdası bulunur ve kethüda o meslek dalının inceliklerini, kanunlarını, yönetim biçimini iyi bilir, esnafın çalışma düzeni ve dürüstlüğünü denetlermiş. Esnaf ile kethüda arasında yiğitbaşı denilen, bilirkişi konumunda bir esnaf temsilcisi bulunur, sanatında hile yapanlar olursa yiğitbaşı tarafından tespit edilerek kethüdaya bildirilir ve gerekli ceza işlemleri başlatılırmış. Bu, bir nevi şimdiki TSE kontrollüğü demektir… Herkesin meslek ahlakı ilkeleriyle çalıştığı o dönemlerde bir zanaatkarın yaptığı işte ihmal veya hileye sapması nadir görülen hadiselerdendir. Çabucak bozulan, yırtılan veya çürüyen mallarda bir hile aranır, bulunursa kethüdaya şikayetle ilgilisinin cezalandırılması istenirmiş… Takdir edilir ki ayakkabı imalatı bu tür şikâyetlere açık bir meslektir… Kısa sürede eskiyen ayakkabının kullanım hatası mı, yoksa üretim hatası mı olduğu sık sık tartışma ve şikayet konusu edilmeye başladığı devirlerde, çürük çarık yapılan, çabuk sökülen yahut delinen ayakkabılar dolayısıyla kethüda sık sık çarıkçılar yiğitbaşısını çağırıp tahkikat yaptırır olmuş... Eğer bir imalat hilesi söz konusu ise ilgili usta çağrılır, esnafın ileri gelenleri, yiğitbaşı ve diğer meslek temsilcileri huzurunda kethüda tarafından tekdir edilir, aldığı ücretin müşteriye iadesi sağlanır, dava konusu olan ayakkabı da kullanılmamak için dama atılırmış… Bir esnafın yaptığı ayakkabının dama atılması o usta için en büyük ayıp olup meslekteki şeref ve itibarını sıfırlar ve müşterisinin azalmasına yol açarmış... Bu uygulama bütün esnaf teşkilatı için bir genelleme niteliğinde olup birisi hakkında "pabucu dama atıldı" denilmesi artık o meslekten ekmek yemesinin zor olduğuna işaret sayılır, esnafın bu titizlik ile iş görmesi temin edilirmiş…” Hülasası; Son yıllarda artan dejenerasyonlardan payını almayanımız yok… Birimiz az, birimiz çok… GÜNÜN SÖZÜ YAZININ ÖZÜ… ‘Sıkıntılarımızın yarısı, cesaret gösterip doğruyu söylemememizden kaynaklanır…’      
Ekleme Tarihi: 13 Kasım 2021 - Cumartesi

SEYDİŞEHİR ÖLÜ EVİ GİBİ (2)

PABUCUN DAMA ATILMASI…

‘Seydişehir Ölü Evi gibi…’ Başlıklı birinci yazımda Seydişehir’de yaşanan ticari sessizliğe “Sanki, İspanya’da siesta anı, yada Arap yarımadasında her herhangi bir ülkede Kaylûle zamanı…” benzetmesi yapmış ve can çekişen Seydişehir esnaf ve sanatkarımıza dikkat çekmiştim…

Siftah yapmadan kapatan onlarca esnaf ve sanatkâr olunca da köşe yazısı içeriği itibari ile oldukça yoğun tepki aldı…

Tabi tepkiler ticari sessizlikten payını alan, genel ve bildik sebeplere serzenişlerinden ibaret değil…

Ticari ahlak, işine, mesleğine saygı, müşteri memnuniyeti gibi hasletlerden uzak; günü kurtarma derdinde olan esnaf ve sanatkârında sayılarının gittikçe arttığını ve ‘bunları da yazman gerekirdi…’ diyenlerin sayısı da bir hayli fazla…

İlçe dışında yaşayan akrabalarının bile çoğu ihtiyacını Seydişehir’den karşılayan finans sektörümüzün sevilen simalarından, Seydişehir aşığı bir dertli de bu minvalde tepkiler gösterdi… Ve sonuna kadar haklıydı…

Genelleme yapmak asla doğru değil ancak tadilatını, tamiratını yaptırıp elimizde kalan birçok ürünün uğrattığı zararın gerçek müsebbibinin ustalık iddiasında olan güya sanatkârların varlığı…

Konya’dan alınan aynı marka, aynı kalite çoğu ürün arasındaki fiyat farklılıklarının fahiş düzeylerde olduğu…

Bu anlamda kalite ve standartların gittikçe düştüğü, gittikçe artan bir ivme ile müşterinin alışverişini Konya’dan yapmaya çalıştığı gerçekleri göz ardı edilemez…

Seydişehir-Konya arası yolcu taşıyan firmaların rekabetleri sırasında dolmuş ücretleri 1(bir) Türk Lirası gibi rakamlara düşünce çocuklar dahi alışveriş için akın akın Konya’ya gidiyorlardı…

Bu durumu şiddetle eleştirmiş alışverişlerimizi ilçemizden yapmamız gereğine işaret etmiştim… Bugün itibari ile bu görüşü savunur muyum bilemiyorum zira her alanda ve kavramda sapmalar ve düşmeler var…

Hülasası; Seydişehir’de gittikçe gerileyen, düşen standartların, ölü evi sessizliğine bürünen ticaret ve ticari canlığın sebepleri aranırken esnafın ve sanatkârımızın da kendisini gözden geçirmesi gerektiğini söyleyenlerin sayısı da hiç az değil…

Bu anlamda yazacak çok argümanımız var ancak bu durumu; hepimizin zaman zaman kullandığı ‘pabucu dama atılmak’ deyimin hikâyesini paylaşarak vurgulamak istedim…

“Osmanlı devrinde esnaf teşkilatı, ahilik geleneğinin uzantısı olarak belli bir nizam içerisinde ve fevkalade sağlıklı işlemiştir... Her esnaf teşekkülünün bir kethüdası bulunur ve kethüda o meslek dalının inceliklerini, kanunlarını, yönetim biçimini iyi bilir, esnafın çalışma düzeni ve dürüstlüğünü denetlermiş. Esnaf ile kethüda arasında yiğitbaşı denilen, bilirkişi konumunda bir esnaf temsilcisi bulunur, sanatında hile yapanlar olursa yiğitbaşı tarafından tespit edilerek kethüdaya bildirilir ve gerekli ceza işlemleri başlatılırmış. Bu, bir nevi şimdiki TSE kontrollüğü demektir…

Herkesin meslek ahlakı ilkeleriyle çalıştığı o dönemlerde bir zanaatkarın yaptığı işte ihmal veya hileye sapması nadir görülen hadiselerdendir. Çabucak bozulan, yırtılan veya çürüyen mallarda bir hile aranır, bulunursa kethüdaya şikayetle ilgilisinin cezalandırılması istenirmiş…

Takdir edilir ki ayakkabı imalatı bu tür şikâyetlere açık bir meslektir… Kısa sürede eskiyen ayakkabının kullanım hatası mı, yoksa üretim hatası mı olduğu sık sık tartışma ve şikayet konusu edilmeye başladığı devirlerde, çürük çarık yapılan, çabuk sökülen yahut delinen ayakkabılar dolayısıyla kethüda sık sık çarıkçılar yiğitbaşısını çağırıp tahkikat yaptırır olmuş... Eğer bir imalat hilesi söz konusu ise ilgili usta çağrılır, esnafın ileri gelenleri, yiğitbaşı ve diğer meslek temsilcileri huzurunda kethüda tarafından tekdir edilir, aldığı ücretin müşteriye iadesi sağlanır, dava konusu olan ayakkabı da kullanılmamak için dama atılırmış…

Bir esnafın yaptığı ayakkabının dama atılması o usta için en büyük ayıp olup meslekteki şeref ve itibarını sıfırlar ve müşterisinin azalmasına yol açarmış... Bu uygulama bütün esnaf teşkilatı için bir genelleme niteliğinde olup birisi hakkında "pabucu dama atıldı" denilmesi artık o meslekten ekmek yemesinin zor olduğuna işaret sayılır, esnafın bu titizlik ile iş görmesi temin edilirmiş…”

Hülasası;

Son yıllarda artan dejenerasyonlardan payını almayanımız yok… Birimiz az, birimiz çok…

GÜNÜN SÖZÜ YAZININ ÖZÜ…

‘Sıkıntılarımızın yarısı, cesaret gösterip doğruyu söylemememizden kaynaklanır…’

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve toroslargazetesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.