Hakkı BALCI
Köşe Yazarı
Hakkı BALCI
 

?SURATIMA BAK HİZAYA GEL??

Tebessüm etmek, gülmek için 17, surat asmak için ise 43 kas kullanılıyormuş… Yani suratı asmak için eyleme geçen kas sayısı gülümsemek için hareketlenen kas sayısından 26 adet fazla… Nedendir? sorusuna her birey kendince fikirler üretebilir… Sosyal ortamı, çevresi, inançları, yaşadıkları, yaşayamadıkları v.s.bir sürü etkeni 43 kasın hareket kaynağı olarak gösterebilir… Nerden çıktı şimdi bunlar?Diyebilirsiniz… Hatta kaşları birazda çatarak 17 den fazla kası çalıştırarak… Söyleyeyim efendim… Geçtiğimiz Cuma günü Seyyid Harun Camiinde dinlediğim hutbede verilen örnekler ve icabet ettiğimiz düğünlerde karşılaştığımız asık suratlı portreler… Malum düğünlerin bolca olduğu bir aydayız… Her güne bir düğün daveti düşüyor desek azdır… Çoğu günler birkaç davete icabet ederek eşi dost yalnız bırakmama, mutluluğuna ortak olma gayreti içindeyiz… Bir dostumla ortak arkadaşlıklarımızın düğün anlarında aynı masalarda bulunduk birkaç kez… “Hakkı gidip Allah rahmet eylesin diyeyim mi şu oturanlara… Hay mübarekler cenaze evinde misiniz düğün evinde mi? Ha bi gülün…”  diyerek asık suratla düğünde olup bitenleri izleyen onlarca insan güruhunu işaret etti… Ne oynayanlar… Ne müzik… Ne gelin… Ne damat… Ne takı merasimi… Ama hiçbir şeyin mimiklerine tesiri yoktu… 43 kasın hepsi dinamikti… Düğünün başlangıcından sonuna kadar en şirret halleriyle faaldi kaslar… Mübalağasız söylüyorum; birkaç düğünde ve davetlilerin çoğunluğu aynı mutsuz ve asık suratlı yüzleri ile geldiler… Oturdular… Somurttular ve gittiler… Ve her düğünde dostumla birlikte bunun analizini yaptık… Son zamanlarda; olana bitene en duyarsızların bile içten kahkahalarla gülmedikleri kanaati ağır bastı... Sadece düğünler mi? Namaz sonu kurandan ayetleri gen tarla söker gibi okuyan bitse de bir an önce gitseler tonunda okuyan çatık kaşlı müezzin… Yönünü cemaate dönmüş tebessümsüz tosaran imam… Paranı verip mal alacağın esnafta surat… Mimikleri rehavet kokan öğretmen… Kodum mu oturturum modunda memur… Tabiri caizse; İğneyi enjektörü ile birlikte kaktıran hemşire… “Suratıma bak hizaya gel” der gibiler… Sokağa çıkıyorsunuz mutsuz bakışlar, asık yüzler… Çocuğuna sokak ortasında okkalı bir tokat atan anne, “iyi yaptın bi daha vur…” diyen baba… Her alan özgün Türk profilleriyle dolu… Herkes birbirinden anlamsızca bir şeylerin öcünü alıyor gibi… Birbirinin gözüne bakmadan, dinlemeden, her şeyden memnuniyetsiz ve mutsuz,  otururken, kalkarken, her harekette bir “offf” çeken insanlarla dolmuşuz… Zengin-fakir, hiçbir sosyal sınıf ve yaş fark etmeksizin üstümüze bir öfleme sendromu binmiş… Güleryüz fukarası, kıymet bilmez, memnuniyetsiz, tatminsiz bir millet olmuşuz… Bütün bunların ardından diyorsunuz ki bari biz gülelim, pozitif olalım…İnsanlara… Gülüyorsunuz… Sevecen oluyorsunuz… Hem kendi dünyanız hem de çevrenizdeki insanların dünyasına olumlu etken olmak için çabaladığınızı zannederken; Uzun zamandan beri görüşmediğiniz birisi ile sohbet anında gülümseyen bir tavır takındıysanız onun asık suratı yüzünden ofsayta düşebiliyorsunuz... Bazen karşınızdaki kişiler sizin duvarlarınızın olmadığına kanaat getirip laubalileşebiliyorlar… Ya da gülümseyen halinize yakıştırmalar yapıp ‘şebek, ortalığı karıştıran’ durumuna da düşebiliyorsunuz… Nemenem bir millet olmuşuz biz… Geçtiğimiz hafta Seyyid Harun Camiinde Cuma namazı hutbe konusu “güzel sözlü olmak” üzerineydi… Tanımıyorum hatibi… Belli ki yabancıydı… Verdiği örneğe bakın ve asık suratlara bu hutbe eğitiminin katkısı ne olacak varın siz hesap edin… Diyordu ki hoca! “Anadolu’da kadınlarımız bile inekleri sarı öküzüm, ak ineğim…”  diye sever ve sütünü sağar. Onu duyan inekte “sen beni güzel sözlerse seversinde ben sana etimden, sütümden vermez miyim? Etimden de sütümden de vermezsem şerefsizim…”  Hazreti aişe validemizin kıskançlığı ile ilgili verdiği örneği zul görerek yazmıyorum… Laubali bir hutbeydi… Hey hat… Güzel söz söyleyin diye bize nasihat eden hatip hutbede vurgulamayı ineğin şerefi, ya da şerefsizliği üzerinden verirse varın gerisini siz düşünün… “Balık baştan kokar...” demekten de kendi mi alamadım hocam… Hâsılı; Neden biz insanlar, gülümsemek daha kolay iken, daha zor olan surat asmayı yeğleriz? 17 kası kullanarak gönüllere hitap edebilecekken 43 kas ile negatif enerji olup “öfffler” dururuz? Neyi yapmak doğru acaba? Değişmek… İnsanlarla araya daha çok duvar örmek… Bencil olmak… Yalnızlaşmak mı? Yoksa bunca asık suratın arasında inatla tebessüm edip şebek olmak mı?
Ekleme Tarihi: 13 Kasım 2021 - Cumartesi

?SURATIMA BAK HİZAYA GEL??

Tebessüm etmek, gülmek için 17, surat asmak için ise 43 kas kullanılıyormuş… Yani suratı asmak için eyleme geçen kas sayısı gülümsemek için hareketlenen kas sayısından 26 adet fazla…

Nedendir? sorusuna her birey kendince fikirler üretebilir… Sosyal ortamı, çevresi, inançları, yaşadıkları, yaşayamadıkları v.s.bir sürü etkeni 43 kasın hareket kaynağı olarak gösterebilir…

Nerden çıktı şimdi bunlar?Diyebilirsiniz… Hatta kaşları birazda çatarak 17 den fazla kası çalıştırarak…

Söyleyeyim efendim…

Geçtiğimiz Cuma günü Seyyid Harun Camiinde dinlediğim hutbede verilen örnekler ve icabet ettiğimiz düğünlerde karşılaştığımız asık suratlı portreler…

Malum düğünlerin bolca olduğu bir aydayız… Her güne bir düğün daveti düşüyor desek azdır… Çoğu günler birkaç davete icabet ederek eşi dost yalnız bırakmama, mutluluğuna ortak olma gayreti içindeyiz…

Bir dostumla ortak arkadaşlıklarımızın düğün anlarında aynı masalarda bulunduk birkaç kez…

“Hakkı gidip Allah rahmet eylesin diyeyim mi şu oturanlara… Hay mübarekler cenaze evinde misiniz düğün evinde mi? Ha bi gülün…”  diyerek asık suratla düğünde olup bitenleri izleyen onlarca insan güruhunu işaret etti…

Ne oynayanlar… Ne müzik… Ne gelin… Ne damat… Ne takı merasimi… Ama hiçbir şeyin mimiklerine tesiri yoktu… 43 kasın hepsi dinamikti… Düğünün başlangıcından sonuna kadar en şirret halleriyle faaldi kaslar…

Mübalağasız söylüyorum; birkaç düğünde ve davetlilerin çoğunluğu aynı mutsuz ve asık suratlı yüzleri ile geldiler… Oturdular… Somurttular ve gittiler…

Ve her düğünde dostumla birlikte bunun analizini yaptık… Son zamanlarda; olana bitene en duyarsızların bile içten kahkahalarla gülmedikleri kanaati ağır bastı...

Sadece düğünler mi?

Namaz sonu kurandan ayetleri gen tarla söker gibi okuyan bitse de bir an önce gitseler tonunda okuyan çatık kaşlı müezzin… Yönünü cemaate dönmüş tebessümsüz tosaran imam…

Paranı verip mal alacağın esnafta suratMimikleri rehavet kokan öğretmen… Kodum mu oturturum modunda memur… Tabiri caizse; İğneyi enjektörü ile birlikte kaktıran hemşire… “Suratıma bak hizaya gel” der gibiler…

Sokağa çıkıyorsunuz mutsuz bakışlar, asık yüzler… Çocuğuna sokak ortasında okkalı bir tokat atan anne, “iyi yaptın bi daha vur…” diyen baba…

Her alan özgün Türk profilleriyle doluHerkes birbirinden anlamsızca bir şeylerin öcünü alıyor gibi…

Birbirinin gözüne bakmadan, dinlemeden, her şeyden memnuniyetsiz ve mutsuz,  otururken, kalkarken, her harekette bir “offf” çeken insanlarla dolmuşuz…

Zengin-fakir, hiçbir sosyal sınıf ve yaş fark etmeksizin üstümüze bir öfleme sendromu binmiş… Güleryüz fukarası, kıymet bilmez, memnuniyetsiz, tatminsiz bir millet olmuşuz…

Bütün bunların ardından diyorsunuz ki bari biz gülelim, pozitif olalım…İnsanlara… Gülüyorsunuz… Sevecen oluyorsunuz… Hem kendi dünyanız hem de çevrenizdeki insanların dünyasına olumlu etken olmak için çabaladığınızı zannederken;

Uzun zamandan beri görüşmediğiniz birisi ile sohbet anında gülümseyen bir tavır takındıysanız onun asık suratı yüzünden ofsayta düşebiliyorsunuz... Bazen karşınızdaki kişiler sizin duvarlarınızın olmadığına kanaat getirip laubalileşebiliyorlar… Ya da gülümseyen halinize yakıştırmalar yapıp ‘şebek, ortalığı karıştıran’ durumuna da düşebiliyorsunuz… Nemenem bir millet olmuşuz biz…

Geçtiğimiz hafta Seyyid Harun Camiinde Cuma namazı hutbe konusu “güzel sözlü olmak” üzerineydi… Tanımıyorum hatibi… Belli ki yabancıydı… Verdiği örneğe bakın ve asık suratlara bu hutbe eğitiminin katkısı ne olacak varın siz hesap edin…

Diyordu ki hoca! “Anadolu’da kadınlarımız bile inekleri sarı öküzüm, ak ineğim…”  diye sever ve sütünü sağar. Onu duyan inekte “sen beni güzel sözlerse seversinde ben sana etimden, sütümden vermez miyim? Etimden de sütümden de vermezsem şerefsizim…”  Hazreti aişe validemizin kıskançlığı ile ilgili verdiği örneği zul görerek yazmıyorum… Laubali bir hutbeydi…

Hey hat… Güzel söz söyleyin diye bize nasihat eden hatip hutbede vurgulamayı ineğin şerefi, ya da şerefsizliği üzerinden verirse varın gerisini siz düşünün… “Balık baştan kokar...” demekten de kendi mi alamadım hocam…

Hâsılı;

Neden biz insanlar, gülümsemek daha kolay iken, daha zor olan surat asmayı yeğleriz?

17 kası kullanarak gönüllere hitap edebilecekken 43 kas ile negatif enerji olup “öfffler” dururuz?

Neyi yapmak doğru acaba?

Değişmek… İnsanlarla araya daha çok duvar örmek… Bencil olmak… Yalnızlaşmak mı?

Yoksa bunca asık suratın arasında inatla tebessüm edip şebek olmak mı?

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve toroslargazetesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.