ZEMİN BOZUK OLUNCA...

Güncel (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 27.05.2020 - 11:46, Güncelleme: 27.05.2020 - 11:46
 

ZEMİN BOZUK OLUNCA...

Hakkı Balcı Köşe Yazısı

Son günlerde Tanzimat’ı okudum ve köşeme konu ettim... 3 kasım 1939’da Gülhane parkında okunan Tanzimat fermanı ile başlayan devleti yenileme hareketi ile batılılaşma arzularının ilk sinyalleri verilmişti... Bu arada batı, 2-3 asır önce rönesansı ve reform hareketini çoktan başlatmış dünyaya açılmış, bilimsel açıdan da Osmanlı’ya fark atmış durumdadır... Elbette yenilenmeliydik ama doğru kararlar ve emin bilim, fikir ve devlet adamlarıyla... Peki öylemi olmuş? Hayır... Bana göre bu yenilenme hareketi; milletimizin ortak değerlerini göz ardı ederek dikte ettirilmeye çalışılan, fayda yerine zararları daha çok olan bir gerçek olarak tarihe adını yazdırmıştır. Etkileri hiç kaybolmamıştır... Atatürk sonrası geride kalmışlığın telaşı İle bizden çok önde giden batının ihtişamına hep nefsi duygularla bağlanmış, devlet adamları ve aydın güruhu yenilenmenin mihmandarları olmuş... Böylece; duygusal reflekslerle başlayan yenilenme hareketi yerini Batı hayranlığına, kul köle olmaya bırakmıştır... Batılılaşma anlayışını serüvene dönüştürenler Tanzimat döneminde de bugünde, barbar batının sömürgeciliğine, kokuşmuş fikir zenginliğine gözlerini kapatmış hep görmezden gelmiştir... Bu zihniyet çağdaş geçinenlerin bir türlü vazgeçemedikleri oynama zemini olmuştur... Bu zemin fıtratımıza aykırı olunca da yapılan bütün yenilikler sekteye uğramıştır... Batı İle sağlanamayan uyumun altında yatan tek gerçekte işte bu farklı fıtratlarda oluşumuzdur... Batıya tutsaklığımız ve batı hayranlığımız bizi 1952 yılında NATO üyeliğine götürerek Avrupa’nın askerliğini yaptırmış devamında daha bir çok organizasyonda ortaklıklar kurdurtmuştur... IMF, Avrupa konseyi, gümrük birliği vs. Son tangomuz, Avrupa birliğine üye olabilmek için verdiğimiz ödünler ise; hepimizin malumu... İstanbul sözleşmesi de bu zihniyetin tezahürüdür. Ne yazık ki kabulü, onayı, yürürlüğe girişi de yakın tarihlidir... Hani hep sorarız ya ‘bize neler oluyor? Ne hale geldi insanlık? diye işte bu soruların cevabı Tanzimat fermanının okunmasıyla birlikte oluşturulan fıtratımıza ters zemindir... Bozuk bir zeminde ancak ve ancak çeşiti bol mutasyon karakterler oluşurdu öyle de oldu... Bugün yaşanan ayrışmaların temelinde yatan sebepte budur... Kendisini aydın sınıf ismi ile tanımlayan ve manevi değerlere kökten düşman tipler... Bunlarla mücadele ediyormuş gibi görünen din, sevap, cennet satan istismarcılar, Batılılaşmayı doğru anlamayan bilim ve ilimden uzak aslında özentilerine kılıf arayan toplumla alakasız entellektüeller... Türkiye düşmanlığı yaparak popülaritesini yükselten, şair, gazeteci ve yazarlar... ‘Bizim’ diyebileceğimiz zengin tarih ve kültür hazinemize rağmen köhnemiş batı değerlerini milli kültürümüzün içine ıkına ıkına sokarak değersizleştiren misyonerler... Bilinçli büyütülen suni karakterlerin sanat camiası üzerindeki, nüfus, sempati, tanınmışlık özelliklerini kullanarak milli ve manevi değerlerimizi yıpratma kampanyaları... Atatürk’ü istismar siyasetinin malzemesi yapıp değersizleştiren anlayışlar. Ve bu arabeskin içerisinde yozlaştırılmış milli ve manevi değerlerin, içi boşaltılmış kavramların tartışmacısı üretmeyen bir toplum. İfade etmeye çalıştığım bütün Olumsuzluklar bu bozuk zeminin ürünleridir... Aklımızı başımıza almalıyız artık... Koronavirüs ile oluşacak yeni dünya düzeni üzerine yeni vizyonlar geliştirmek zorundayız. Hepimizin ortak değerler ve azami müştereklerimiz üzerinden, önce içimizde sonra aramızda bir gönül mutabakatı sağlaması şattır... Yalnız kaldıkça aklımızı, beynimizi, kalbimizi sorgulayıp bir terslik varsa tedavi etmeliyiz.. Meselelere günlük tartışma malzemeleri olarak değil büyük çerçeveden bakmak lazım... Kabul edelim ki, Türkiye artık eski Türkiye değil... Dünya konjonktüründe her alanda her geçen gün güçlenen bir ülke... Bugünkü hükümetin ve bundan sonraki hükümetlerin her tasarrufunu yok sayan bir muhalefet anlayışını terketmeliyiz... Birbirimize karşı kin, nefret, haset duygularını yenemeyenlerin, su yüzüne çıktığı şeffaflığı yakalamalıyız... Hülasası; Bizim geçmişimize özlemimiz geriye dönüp onu yaşamak değil onun elinden tutup sahip çıkmaktır. Geçmişini bilmezsen bize tarih yazan çok olur. Hakkı Balcı
Hakkı Balcı Köşe Yazısı

Son günlerde Tanzimat’ı okudum ve köşeme konu ettim...

3 kasım 1939’da Gülhane parkında okunan Tanzimat fermanı ile başlayan devleti yenileme hareketi ile batılılaşma arzularının ilk sinyalleri verilmişti...

Bu arada batı, 2-3 asır önce rönesansı ve reform hareketini çoktan başlatmış dünyaya açılmış, bilimsel açıdan da Osmanlı’ya fark atmış durumdadır...

Elbette yenilenmeliydik ama doğru kararlar ve emin bilim, fikir ve devlet adamlarıyla...

Peki öylemi olmuş? Hayır...

Bana göre bu yenilenme hareketi; milletimizin ortak değerlerini göz ardı ederek dikte ettirilmeye çalışılan, fayda yerine zararları daha çok olan bir gerçek olarak tarihe adını yazdırmıştır.

Etkileri hiç kaybolmamıştır... Atatürk sonrası geride kalmışlığın telaşı İle bizden çok önde giden batının ihtişamına hep nefsi duygularla bağlanmış, devlet adamları ve aydın güruhu yenilenmenin mihmandarları olmuş...

Böylece; duygusal reflekslerle başlayan yenilenme hareketi yerini Batı hayranlığına, kul köle olmaya bırakmıştır...

Batılılaşma anlayışını serüvene dönüştürenler Tanzimat döneminde de bugünde, barbar batının sömürgeciliğine, kokuşmuş fikir zenginliğine gözlerini kapatmış hep görmezden gelmiştir...

Bu zihniyet çağdaş geçinenlerin bir türlü vazgeçemedikleri oynama zemini olmuştur... Bu zemin fıtratımıza aykırı olunca da yapılan bütün yenilikler sekteye uğramıştır...

Batı İle sağlanamayan uyumun altında yatan tek gerçekte işte bu farklı fıtratlarda oluşumuzdur...

Batıya tutsaklığımız ve batı hayranlığımız bizi 1952 yılında NATO üyeliğine götürerek Avrupa’nın askerliğini yaptırmış devamında daha bir çok organizasyonda ortaklıklar kurdurtmuştur... IMF, Avrupa konseyi, gümrük birliği vs.

Son tangomuz, Avrupa birliğine üye olabilmek için verdiğimiz ödünler ise; hepimizin malumu... İstanbul sözleşmesi de bu zihniyetin tezahürüdür. Ne yazık ki kabulü, onayı, yürürlüğe girişi de yakın tarihlidir...

Hani hep sorarız ya ‘bize neler oluyor? Ne hale geldi insanlık? diye işte bu soruların cevabı Tanzimat fermanının okunmasıyla birlikte oluşturulan fıtratımıza ters zemindir...

Bozuk bir zeminde ancak ve ancak çeşiti bol mutasyon karakterler oluşurdu öyle de oldu... Bugün yaşanan ayrışmaların temelinde yatan sebepte budur...

Kendisini aydın sınıf ismi ile tanımlayan ve manevi değerlere kökten düşman tipler...

Bunlarla mücadele ediyormuş gibi görünen din, sevap, cennet satan istismarcılar,

Batılılaşmayı doğru anlamayan bilim ve ilimden uzak aslında özentilerine kılıf arayan toplumla alakasız entellektüeller...

Türkiye düşmanlığı yaparak popülaritesini yükselten, şair, gazeteci ve yazarlar...

‘Bizim’ diyebileceğimiz zengin tarih ve kültür hazinemize rağmen köhnemiş batı değerlerini milli kültürümüzün içine ıkına ıkına sokarak değersizleştiren misyonerler...

Bilinçli büyütülen suni karakterlerin sanat camiası üzerindeki, nüfus, sempati, tanınmışlık özelliklerini kullanarak milli ve manevi değerlerimizi yıpratma kampanyaları...

Atatürk’ü istismar siyasetinin malzemesi yapıp değersizleştiren anlayışlar.

Ve bu arabeskin içerisinde yozlaştırılmış milli ve manevi değerlerin, içi boşaltılmış kavramların tartışmacısı üretmeyen bir toplum.

İfade etmeye çalıştığım bütün Olumsuzluklar bu bozuk zeminin ürünleridir... Aklımızı başımıza almalıyız artık...

Koronavirüs ile oluşacak yeni dünya düzeni üzerine yeni vizyonlar geliştirmek zorundayız.

Hepimizin ortak değerler ve azami müştereklerimiz üzerinden, önce içimizde sonra aramızda bir gönül mutabakatı sağlaması şattır...

Yalnız kaldıkça aklımızı, beynimizi, kalbimizi sorgulayıp bir terslik varsa tedavi etmeliyiz..

Meselelere günlük tartışma malzemeleri olarak değil büyük çerçeveden bakmak lazım...

Kabul edelim ki, Türkiye artık eski Türkiye değil... Dünya konjonktüründe her alanda her geçen gün güçlenen bir ülke...

Bugünkü hükümetin ve bundan sonraki hükümetlerin her tasarrufunu yok sayan bir muhalefet anlayışını terketmeliyiz...

Birbirimize karşı kin, nefret, haset duygularını yenemeyenlerin, su yüzüne çıktığı şeffaflığı yakalamalıyız...

Hülasası;
Bizim geçmişimize özlemimiz geriye dönüp onu yaşamak değil onun elinden tutup sahip çıkmaktır. Geçmişini bilmezsen bize tarih yazan çok olur. Hakkı Balcı

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve toroslargazetesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.