DEMİREL VE FABRİKA?

Güncel (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 17.06.2015 - 01:14, Güncelleme: 17.06.2015 - 01:14
 

DEMİREL VE FABRİKA?

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel?le 2010 yılında Küpenin İncisi Seydişehir dergisi için birinci ağızdan yaptığımız ?Fabrikanın kuruluş, Seydişehir?in yeniden doğuş? hikayesi Güniz sokak röportajını vefatı nedeniyle tekrar sizlerle paylaşıyoruz.

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yaptığı açıklamada; ”Isparta, Beyşehir, Seydişehir birbirine çok benzer şehirler. Buraları çok iyi hatırlıyorum. 1965 seçimlerini büyük bir farkla kazandık. Tek başına hükümet olduk ve ondan önceki yıllarda tek başına hükümet olan başka bir parti yoktu. Türkiye çok üzgün, bunalmış, halkı birbirine karşı kırgın, dargın bir haldeydi. Kalkınma şevki de kaybolmuştu. 5 Yıllık Kalkınma Planı yapılmıştı ama planı uygulayan yoktu. O günkü Türkiye ile bu günkü Türkiye'yi kıyaslamak mümkün değildir. O dönemde Seydişehir'in hiçbir köyünde elektrik yoktu. Türkiye'nin 300 köyünde elektrik varsa, 3540 bin köy karanlıktadır. Pek çoğunda su yoktur, pek çoğunda okul yoktur. Bir taraftan bu hizmetleri oralara götürelim, Türkiye'yi kalkındıralım, şehirde ne varsa köyde de o olsun, batıda, Avrupa'da kalkınmış ülkelerde ne varsa Türkiye'de o olsun, Edirne'de ne varsa Karsta da o olsun, Bursa'da ne varsa Urfa'da da o olsun diye büyük bir kalkınma hamlesine giriştik. Türkiye bu kalkınma hamlesinin eserlerini hala kullanıyor. Bu hamlenin ilk grubunda yapmak istediğimiz eserleri yapacak paramız yoktu. Keban barajını yapıp elektrik üretmek ve bu elektriği hatlarla Türkiye'nin batısına, doğusuna götürmek istiyorduk. Televizyon üretmek istiyorduk, dünyada televizyon üretilmişti ama Türkiye'de televizyon yoktu. Asırların hasreti olan İstanbul köprüsünü yapmak istiyorduk. O yıllarda “Zengin kaynakların fakir bekçileri”ydik Türkiye bir maden memleketidir, maden kaynakları açısından zengindir fakat bunlar ya ham olarak çıkarır satar ya da hiç işlemez. Toprağın altı zengin, üstü fukaradır. O yıllarda bu duruma biz “Zengin kaynakların fakir bekçileri” derdik. Bu madenleri çıkarıp işleyerek bu zenginlikleri değerlendirmek istiyorduk. Bu, dünyayla güreşmek gibi bir şeydi. Ama biz dünyayı devirecek gücü kendimizde hissediyorduk. Bu projelere finansman aradık ve birinci grup için bulduk. Dünya Bankası, 15 yıldır bize para vermiyordu ama tek başına bir hükümet kurulduktan sonra, bize kredi açmak istediğini söyledi. Biz de onlara “Keban Barajı, İstanbul Boğaziçi köprüsünü finanse ederseniz kabul ederiz” dedik. Boğaziçi köprüsü asırların hasretiydi, artık yapılmalıydı. Bu köprüden bütün Türkiye geçecekti, Türkiye'nin gururuydu, Asya'yı Avrupa'ya bağlayan bir köprü olacaktı. İkinci grup olarak da İzmir'de bir rafineri yapmak istedik. Türkiye'de iki tane rafineri vardı ve ikisinin arasındaki mesafe çoktu. Ulaşımdaki aksaklığı da gidermek istiyorduk. Maden fabrikaları yapmak istiyorduk, maden fabrikalarının başında da alüminyum geliyordu. Seydişehir'de 25 milyon ton rezerv vardı ve bu Türkiye'ye 50 yıl yetecek kadar alüminyum demekti. Demir-çelik tesisi yapmayı düşündük. Bunun yerini aradık ve İskenderun'a karar verdik. Demir-çelik tesisi için, Seydişehir'de kuracağımız alüminyum fabrikası için, İzmir'de kuracağımız rafineri için, Bandırma'da kuracağımız sülfürik asit fabrikası için ve Artvin'de kuracağımız yol ve levha fabrikası için 300 milyon dolar lazımdı. Batılılara bunu finanse etmelerini söyledik, kabul etmediler. 1945'ten sonra Rusya-Türkiye arasında bir gerginlik vardı. 60'lardan sonra yavaş yavaş bir yumuşama başladı. Bu yumuşamadan dolayı o dönemlerde hem Türkiye içinden hem de dışarıdan eleştiri aldık. Rusya komünist bir ülke, Türkiye ise tam tersiydi. Bu önemli tesisleri Ruslarla işbirliği içinde yapma düşüncemize Amerika tepki gösterdi. Bu tepkiye karşı şöyle bir şey söyledim: “Bana güveniyor musunuz, benim, ülkeyi komünizme karşı koruyacağıma inanıyor musunuz? Öyleyse bana güvenin.” Rusya ile anlaşama yaparken “Komünizm sizin işiniz, demokrasi bizim işimiz, bu projeleri inşa ederken Türkiye'de komünizm propagandası yaparsanız münasebeti keseriz” diyerek uyardım. Cosidi'ye “Ne sen benim ülkeme komünizm getirebilirsin ne de ben senin ülkende komünizmi ortadan kaldırabilirim. Sen komünistsin, ben antikomünistim ama biz medeni insanlarız” dedim. Sonra bu proje için anlaştık. 5 Ağustos 1967'de Seydişehir'in 56 bin nüfusu vardı. Beyşehir'den, Bozkır'dan ve tüm civardan toplam 20 bin vatandaş toplandı. Çok büyük, güzel bir kalabalıktı. Seydişehir bizi bağrına bastı. Temeli attık. Bizim iktidar olduğumuz dönemlerde çeşitli üniteler de açılarak bir alüminyum tesisi çıktı ortaya. Yıllardır alüminyum tesisi, Türkiye'ye çok şey kazandırmıştır, ayrıca Seydişehir'in de güzel bir sanayi şehri olmasını sağlamıştır. Sanayi bir yere girdiği zaman pek çok şeyi de beraberinde getirir. Bizim sanayi faaliyeti başlattığımız her yerde bir şehir meydana gelmiştir. 60'larda Demokrat Parti zamanında, 300 milyon dolar aranıyor ve Amerika vermiyor. O zamanlar rahmetli Adnan Menderes, “Siz vermezseniz başka yerden buluruz” diyor ve Rusya'ya gitmeye kalkıyor sonra ihtilal oluyor. Böyle de bir rivayet var. “Türkiye'yi kıpırdatamazsınız” Bir gün New York Times'ın sahibi beni ziyarete geldi. New York Times'ın sahibi demek Amerika'yı idare eden birkaç kişiden biri demek. Daha oturmadan “Aks mı değiştiriyorsunuz?” dedi. Ben de, “Türkiye zengin memleket olmak istiyor, yoksul dosttan ne çıkar? Türkiye'nin zengin olmasından korkuyor musunuz? Yoksul dosttan korkun. Biz Türkiye'yi zenginleştirmek istiyoruz. Reformcusunuz, sizin adamlarınıza sorduk, batıya sorduk “Bunu yapar mısınız?” diye. “Biz size diğer tesisler için para verdik ödeme gücünüz bu kadar, daha fazla veremeyiz” dediler. “Peki, biz bekleyecek miyiz yoksulluk içerisinde, işsiz güçsüz?” dedim. “Türkiye satılık değil, sizden kredi alınca size satılmış olmayız, Sovyetler Birliği'nden kredi aldık diye de onlara satılmış olmayız. Türkiye büyük bir memleket, alınıp satılamaz, böyle bakın Türkiye'ye. Türkiye her rüzgârın önüne takılıp gidemez.” dedim. “Ben yanlış anlamışım, özür dilerim” diye cevap verdi. Bu gün de hala söyleniyor, “Türkiye eksen mi değiştiriyor?” diye. Bana da soruluyor. “Türkiye'yi kıpırdatamazsınız” diyorum. 1980 sonrasında dünya değişti. Biz bu tesisleri devletin kurumu olarak yaptık. Artık dünya, piyasa ekonomisine kaydı, devlet, finansın, ticaretin, sanayinin içinden çıktı. Devlet, sadece devleti iyi idare etmekle uğraşsın, bu işleri şirketlere, kişilere devretsin mantığı ile özelleştirme dediğimiz hadise, geçen 20 sene zarfında İngiltere'de başladı ve dünyanın her yerinde yaygınlaştı. Bizim yaptığımız bu güzel tesisler de özelleştirildi. Doğrusunu söylemek gerekirse bir kısmı heba oldu ama bir kısmı da hala çalışıyor. Alüminyum tesisleri de çalışmaya devam ediyor ve devam da eder. Şunu da söylemek istiyorum, bu tesisle birlikte Oymapınar Barajını da yaptık. Bu baraj bir şaheserdir. Oymapınar Barajı'nda üretilen elektrik, fabrikayı besleyecekti. Baraj da fabrika kadar önemlidir. Dönemin Başbakanı Sayın Süleyman Demirel, 2500 kişiye iş imkânı sağlayan tesislerin temelini attıktan sonra şeref defterini imzaladı ve şunları yazdı: “Sanayileşme hamlemizin dev tesisi alüminyum fabrikasının zamanında bitirilmesi, makul maliyet sınırları içinde bitirilmesi ve işletme personelinin fabrika açıldığı zaman işletmeyi deruhte edecek şekilde yetiştirilmesi lazımdır. Etibank'ın idare, mühendis, teknisyen kadrosuna muvaffakiyetler temenni ederim. İddialı bir iştir. “Başarı” hem Etibank'ın hem memleketimizin itibarı meselesidir. Bu mesuliyet sorumluluğu içinde çalışacağımızdan emin olarak şimdiden bu güzel esere emeği geçenlere ve geçecek olanlara teşekkür ediyorum.”şeklinde konuşmuştu.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel?le 2010 yılında Küpenin İncisi Seydişehir dergisi için birinci ağızdan yaptığımız ?Fabrikanın kuruluş, Seydişehir?in yeniden doğuş? hikayesi Güniz sokak röportajını vefatı nedeniyle tekrar sizlerle paylaşıyoruz.

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yaptığı açıklamada; ”Isparta, Beyşehir, Seydişehir birbirine çok benzer şehirler. Buraları çok iyi hatırlıyorum.

1965 seçimlerini büyük bir farkla kazandık. Tek başına hükümet olduk ve ondan önceki yıllarda tek başına hükümet olan başka bir parti yoktu. Türkiye çok üzgün, bunalmış, halkı birbirine karşı kırgın, dargın bir haldeydi. Kalkınma şevki de kaybolmuştu. 5 Yıllık Kalkınma Planı yapılmıştı ama planı uygulayan yoktu. O günkü Türkiye ile bu günkü Türkiye'yi kıyaslamak mümkün değildir. O dönemde Seydişehir'in hiçbir köyünde elektrik yoktu. Türkiye'nin 300 köyünde elektrik varsa, 3540 bin köy karanlıktadır. Pek çoğunda su yoktur, pek çoğunda okul yoktur. Bir taraftan bu hizmetleri oralara götürelim, Türkiye'yi kalkındıralım, şehirde ne varsa köyde de o olsun, batıda, Avrupa'da kalkınmış ülkelerde ne varsa Türkiye'de o olsun, Edirne'de ne varsa Karsta da o olsun, Bursa'da ne varsa Urfa'da da o olsun diye büyük bir kalkınma hamlesine giriştik. Türkiye bu kalkınma hamlesinin eserlerini hala kullanıyor. Bu hamlenin ilk grubunda yapmak istediğimiz eserleri yapacak paramız yoktu. Keban barajını yapıp elektrik üretmek ve bu elektriği hatlarla Türkiye'nin batısına, doğusuna götürmek istiyorduk. Televizyon üretmek istiyorduk, dünyada televizyon üretilmişti ama Türkiye'de televizyon yoktu. Asırların hasreti olan İstanbul köprüsünü yapmak istiyorduk.

O yıllarda “Zengin kaynakların fakir bekçileri”ydik

Türkiye bir maden memleketidir, maden kaynakları açısından zengindir fakat bunlar ya ham olarak çıkarır satar ya da hiç işlemez. Toprağın altı zengin, üstü fukaradır.

O yıllarda bu duruma biz “Zengin kaynakların fakir bekçileri” derdik. Bu madenleri çıkarıp işleyerek bu zenginlikleri değerlendirmek istiyorduk. Bu, dünyayla güreşmek gibi bir şeydi. Ama biz dünyayı devirecek gücü kendimizde hissediyorduk. Bu projelere finansman aradık ve birinci grup için bulduk. Dünya Bankası, 15 yıldır bize para vermiyordu ama tek başına bir hükümet kurulduktan sonra, bize kredi açmak istediğini söyledi. Biz de onlara “Keban Barajı, İstanbul Boğaziçi köprüsünü finanse ederseniz kabul ederiz” dedik. Boğaziçi köprüsü asırların hasretiydi, artık yapılmalıydı. Bu köprüden bütün Türkiye geçecekti, Türkiye'nin gururuydu, Asya'yı Avrupa'ya bağlayan bir köprü olacaktı. İkinci grup olarak da İzmir'de bir rafineri yapmak istedik. Türkiye'de iki tane rafineri vardı ve ikisinin arasındaki mesafe çoktu. Ulaşımdaki aksaklığı da gidermek istiyorduk. Maden fabrikaları yapmak istiyorduk, maden fabrikalarının başında da alüminyum geliyordu. Seydişehir'de 25 milyon ton rezerv vardı ve bu Türkiye'ye 50 yıl yetecek kadar alüminyum demekti. Demir-çelik tesisi yapmayı düşündük. Bunun yerini aradık ve İskenderun'a karar verdik. Demir-çelik tesisi için, Seydişehir'de kuracağımız alüminyum fabrikası için, İzmir'de kuracağımız rafineri için, Bandırma'da kuracağımız sülfürik asit fabrikası için ve Artvin'de kuracağımız yol ve levha fabrikası için 300 milyon dolar lazımdı.

Batılılara bunu finanse etmelerini söyledik, kabul etmediler. 1945'ten sonra Rusya-Türkiye arasında bir gerginlik vardı. 60'lardan sonra yavaş yavaş bir yumuşama başladı. Bu yumuşamadan dolayı o dönemlerde hem Türkiye içinden hem de dışarıdan eleştiri aldık. Rusya komünist bir ülke, Türkiye ise tam tersiydi. Bu önemli tesisleri Ruslarla işbirliği içinde yapma düşüncemize Amerika tepki gösterdi. Bu tepkiye karşı şöyle bir şey söyledim: “Bana güveniyor musunuz, benim, ülkeyi komünizme karşı koruyacağıma inanıyor musunuz? Öyleyse bana güvenin.”

Rusya ile anlaşama yaparken “Komünizm sizin işiniz, demokrasi bizim işimiz, bu projeleri inşa ederken Türkiye'de komünizm propagandası yaparsanız münasebeti keseriz” diyerek uyardım. Cosidi'ye “Ne sen benim ülkeme komünizm getirebilirsin ne de ben senin ülkende komünizmi ortadan kaldırabilirim. Sen komünistsin, ben antikomünistim ama biz medeni insanlarız” dedim. Sonra bu proje için anlaştık.

5 Ağustos 1967'de Seydişehir'in 56 bin nüfusu vardı. Beyşehir'den, Bozkır'dan ve tüm civardan toplam 20 bin vatandaş toplandı. Çok büyük, güzel bir kalabalıktı. Seydişehir bizi bağrına bastı. Temeli attık. Bizim iktidar olduğumuz dönemlerde çeşitli üniteler de açılarak bir alüminyum tesisi çıktı ortaya. Yıllardır alüminyum tesisi, Türkiye'ye çok şey kazandırmıştır, ayrıca Seydişehir'in de güzel bir sanayi şehri olmasını sağlamıştır. Sanayi bir yere girdiği zaman pek çok şeyi de beraberinde getirir. Bizim sanayi faaliyeti başlattığımız her yerde bir şehir meydana gelmiştir.

60'larda Demokrat Parti zamanında, 300 milyon dolar aranıyor ve Amerika vermiyor. O zamanlar rahmetli Adnan Menderes, “Siz vermezseniz başka yerden buluruz” diyor ve Rusya'ya gitmeye kalkıyor sonra ihtilal oluyor. Böyle de bir rivayet var.

“Türkiye'yi kıpırdatamazsınız”

Bir gün New York Times'ın sahibi beni ziyarete geldi. New York Times'ın sahibi demek Amerika'yı idare eden birkaç kişiden biri demek. Daha oturmadan “Aks mı değiştiriyorsunuz?” dedi. Ben de, “Türkiye zengin memleket olmak istiyor, yoksul dosttan ne çıkar? Türkiye'nin zengin olmasından korkuyor musunuz? Yoksul dosttan korkun. Biz Türkiye'yi zenginleştirmek istiyoruz. Reformcusunuz, sizin adamlarınıza sorduk, batıya sorduk “Bunu yapar mısınız?” diye. “Biz size diğer tesisler için para verdik ödeme gücünüz bu kadar, daha fazla veremeyiz” dediler. “Peki, biz bekleyecek miyiz yoksulluk içerisinde, işsiz güçsüz?” dedim. “Türkiye satılık değil, sizden kredi alınca size satılmış olmayız, Sovyetler Birliği'nden kredi aldık diye de onlara satılmış olmayız. Türkiye büyük bir memleket, alınıp satılamaz, böyle bakın Türkiye'ye.

Türkiye her rüzgârın önüne takılıp gidemez.” dedim. “Ben yanlış anlamışım, özür dilerim” diye cevap verdi. Bu gün de hala söyleniyor, “Türkiye eksen mi değiştiriyor?” diye. Bana da soruluyor. “Türkiye'yi kıpırdatamazsınız” diyorum.

1980 sonrasında dünya değişti. Biz bu tesisleri devletin kurumu olarak yaptık. Artık dünya, piyasa ekonomisine kaydı, devlet, finansın, ticaretin, sanayinin içinden çıktı. Devlet, sadece devleti iyi idare etmekle uğraşsın, bu işleri şirketlere, kişilere devretsin mantığı ile özelleştirme dediğimiz hadise, geçen 20 sene zarfında İngiltere'de başladı ve dünyanın her yerinde yaygınlaştı. Bizim yaptığımız bu güzel tesisler de özelleştirildi. Doğrusunu söylemek gerekirse bir kısmı heba oldu ama bir kısmı da hala çalışıyor. Alüminyum tesisleri de çalışmaya devam ediyor ve devam da eder. Şunu da söylemek istiyorum, bu tesisle birlikte Oymapınar Barajını da yaptık. Bu baraj bir şaheserdir. Oymapınar Barajı'nda üretilen elektrik, fabrikayı besleyecekti. Baraj da fabrika kadar önemlidir.

Dönemin Başbakanı Sayın Süleyman Demirel, 2500 kişiye iş imkânı sağlayan tesislerin temelini attıktan sonra şeref defterini imzaladı ve şunları yazdı:

“Sanayileşme hamlemizin dev tesisi alüminyum fabrikasının zamanında bitirilmesi, makul maliyet sınırları içinde bitirilmesi ve işletme personelinin fabrika açıldığı zaman işletmeyi deruhte edecek şekilde yetiştirilmesi lazımdır.

Etibank'ın idare, mühendis, teknisyen kadrosuna muvaffakiyetler temenni ederim.

İddialı bir iştir. “Başarı” hem Etibank'ın hem memleketimizin itibarı meselesidir. Bu mesuliyet sorumluluğu içinde çalışacağımızdan emin olarak şimdiden bu güzel esere emeği geçenlere ve geçecek olanlara teşekkür ediyorum.”şeklinde konuşmuştu.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve toroslargazetesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.