SEYDİŞEHİR?DE EŞKIYALIK FAALİYETLERİ (1614-1800)

Güncel (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 23.02.2017 - 06:56, Güncelleme: 23.02.2017 - 06:56
 

SEYDİŞEHİR?DE EŞKIYALIK FAALİYETLERİ (1614-1800)

Osmanlı Dönemin'de zaman zaman ortaya çıkan ve topluma büyük zarar veren celaliler eşkıyalar her bölgede olabilmekteydi. Bu konuda ki bilgilerini bizlere aktaran Doç. Dr. Ayşe Değerli?nin ?Seydişehir Eşkıyaları? makalesini sizlerle paylaşıyoruz.

SEYDİŞEHİR’DE EŞKIYALIK FAALİYETLERİ (1614-1800) Eşkıya, bedbaht, talihsiz, fena hareketli, günahkâr, asi anlamına gelen “şaki”  teriminin çoğulu olan bir kelimedir. Osmanlı Dönemi’nde celalî, eşirra, haramî, haramzade, türedi ve haydut kelimeleri de kullanılmıştır. Eşkıyalık, mevcut siyasî iktidara karşı başkaldırma niteliği taşımaz. Hanefi fıkhı hariç diğer ekollere mensup fakihlerin çoğu, kadın-erkek ayırımı yapmadan en az üç kişinin, şehir, kasaba ve köy gibi meskûn mahaller dışında işlediği saldırı ve soygunları eşkıyalık sayar. Ancak bazı İslam hukukçuları sayı şartı aramaz ve şehir eşkıyalığını da eşkıyalık kategorisinde değerlendirir. Hobsbawm, “Görevlilere ücret dağıtmak için para götüren mutemedi köşe başında basıp soyanlardan, teşkilatlanmış asilere ve vur-kaç taktiği uygulayan gerillalara kadar, saldıran ve zor kullanarak soygun yapan herkes kanunlar önünde eşkıyadır.” demek suretiyle bu kavrama daha kapsamlı bir anlam yükleyerek tanımlama yapmıştır. Aşağıda 1614-1800 yılları arası Seydişehir ve çevresinde faaliyet göstermiş olan yedi eşkıyadan bahsedilecektir. SEYDİŞEHİR EŞKIYALARI 1.    Dağlar Delisi Süleyman Toplumu derinden etkileyen bir kargaşanın Seydişehir’de görülmemesi söz konusu değildir. Nitekim Osmanlı tarihinde XVII. yüzyılın meşhur Celalilerinden ve en kudretli zorbalarından biri olarak anılan Dağlar Delisi Süleyman, 1614 tarihli bir belgeden anlaşıldığı üzere Seydişehir’in Kavak köyündendi.1608 tarihinden önce bir Celali olarak tanındığı ve Kalenderoğlu Mehmed Paşa’nın etrafında toplananlardan biri olduğu tespit edilmiştir. Naima, sipahiler arasında nüfuz sahibi olan Dağlar Delisi’nin Beyşehir, Seydişehir, Bozkır ve belki Lârende ile Konya şakilerinin de başı olduğunu yazmaktadır. Önder de eserinde XVII. yüzyılın Seydişehir için talihsiz bir dönem olduğu, kentin Celali ayaklanmasından hayli etkilendiği, bazı elebaşlarının burada yaşamasından dolayı halkın çok çektiği ve başka yerlere göç ettiği, kalanların da çiftçilik, debbağlık, nakliyecilik, bez ve kilim dokumacılığı gibi mesleklerle geçimini sürdürmeye çalıştığı bilgisini verir. 2.    Deli İlâhi Dağlar Delisi Süleyman’ın 1624’te Seydişehir’de ölmesinden sonra, Seydişehir ve çevresinde eşkıyalık hareketini kardeşi Deli İlahî sürdürmüştür. Koçu, Deli İlahî’nin ağabeyinin sağlığında ve onun sayesinde sipahi olduğunu, Seydişehir’in âyân ve eşrafını adeta bir kuru hasır üstünde bırakırcasına soyduğunu yazmıştır. Deli İlahî kentin zenginlerine yersiz isnatlar ve iftiralarla saldırmış, mal varlıklarına el koymuş, Seydişehir kadısı bu zorba karşısında aciz kalmıştır. Naima, Deli İlahi hakkında “Benî İsrail’in Firavun elinden çektiğini Seydişehir halkı bu zâlimden çekti.” demektedir. Deli İlahi’nin bu denli nüfuz kazanmasında merkezî hükümetten kimselerin rüşvet alıp susması yatmaktadır. Kendisine muhalefet eden bir yeniçeri neferine meydan dayağı attırıp çarşıda astırmış ve bu hareketi karşısında ne Seydişehir kadısı ne de İstanbul’dan bir yetkili ses çıkarmıştır. Ayrıca dönemin Karaman Valisi Çerkes Ahmed Paşa vergileri toplamakta sıkıntı yaşayınca, Deli İlahi’den yardım isteyerek onun zorbalığını bir nevi tasdik etmiştir. Deli İlahi’nin sonu 1628 yılında İstanbul’a gitmesiyle gelmiştir. Başkente bir konağa yerleşerek padişah huzuruna kabul edilmeyi beklerken, Seydişehir’de zulmettiği yaklaşık 300 kişiden oluşan bir topluluk konağı basmış; Topal Receb Paşa’nın da yardımıyla Deli İlahi, Vezir İskelesi’ne götürülmüş; oradan Rumelihisarı zindanına getirilip boğdurtulmuştur. 3.    Dereli Halil Seydişehir’in Dere köyünden olan Dereli Halil, etrafına topladığı birkaç yüz adamla dağa çıkmış, yol kesip kervan soymuştur. Bademli Hüseyin adlı birinin evini gece vakti adamlarıyla basmış, eviyle birlikte Hüseyin’i yakmıştır. Deli İlahi ile zaman zaman çatışmışsa da o hayattayken Dereli Halil’in pek sesi çıkmamıştır. 1628’de Deli İlahi’nin ölümünden sonra Seydişehir’de Hoşanzadeler’in konağına yerleşmiştir. 14 Ağustos 1629 tarihli bir berat ile kendisine Seydişehir, Beyşehir, Niğde, Kayseri, Akşehir, Kırşehir ve Aksaray’da asker toplayabilme yetkisi verilmiştir. Dereli Halil, Seydişehir kadısı ile birlikte mahkeme salonuna gider, davaları dinler ve kadıdan ziyade Dereli Halil meseleleri hükme bağlardı. Naima, Halil hakkında “İlâhi Bey’in yerine geçerek halka bir gazâb-ı ilâhi oldu.” diye yazmıştır. Seydişehir ahalisinin İstanbul’a gönderdiği şikâyet dilekçeleri sonucu IV. Murad (1623-1640), Dereli Halil’in yakalanıp idam edilmesini Bolvadin Beyi Küçük Ahmed Paşa’ya bildirmiş; bir gece Halil’in evi basılarak öldürülmüş ve kesilen başı İstanbul’a gönderilirken başsız cesedi Seydişehir çarşısında üç gün boyunca halka gösterilmiştir. 4.    Seyit Ahmed Seydişehir’de eşkıyalık adı verilen büyük çaplı toplumsal olaylar dışında zorba denebilecek insanların çıkıp çevreyi rahatsız ettiği olurdu. Seyit Ahmed de bunlardan biriydi. 19 Mayıs 1688 tarihli bir kayda göre; aslen Boyalı köyünden olan Seyit Ahmed Seydişehir dışında da eşkıyalık yapmış, Kütahya mütesellimi ile birlik olup Ankara ve Bolu sancaklarına giderek Murtazaâbad Kazası’nda bir kişinin evini basmış, ev sahibini ve oğlunu öldürmüş, kendisi namına 50 kuruş, kardeşi için de 43 kuruş alıp oradan ayrılmıştır. Seydişehir’de yerli bir Arap’ı katletmiştir. Kaza merkezinde sakin Ali adlı bir kişiye saldırıp zorla 110 kuruşunu almıştır. Yanına topladığı 20-30 levent taifesiyle bazen ağa bazen bölükbaşı kıyafeti giyip evleri ve köyleri dolaşmış; ahalinin eşek ve öküzlerine el koymuş; insanların konaklarına girip günlerce oturmuş; evlerinde bedava yiyip içmiştir. Olayların üstesinden gelemeyen Seydişehir kadısı merkeze durumu yazarak yardım istemiştir. Seyit Ahmed’in ne şekilde cezalandırıldığına dair bir kayda şimdilik rastlanamamıştır. 5.    Uzun Ali Ordunun sefere çıktığı zamanlarda eyalet ve kazalarda üst düzey yönetici kalmadığından eşkıya, kent ve köylere inerek savunmasız masum insanlara saldırır, onları soyar, her türlü zulmü yapardı. XVIII. yüzyıl şakilerinden Uzun Ali’ye bu bağlamda belgelerde rastlanmıştır. Konya naibine hitaben, 18 Şubat 1714’te İstanbul’dan gönderilen bir hüküm, Beyşehir sancağı mutasarrıfı Şaban Paşa ve kethüdası Seyit Mustafa’nın şikâyetine dairdir. Seydişehir Kazası sakinlerinden olan Uzun Ali, etrafına 70-80 tane tüfekli adam toplayıp hem Seydişehir kent merkezinde hem de köylerinde halka türlü eziyetler yapmaya başlamıştı. Bunlar insanların zorla malını parasını alıp şiddet uygulamışlar; pek çok hatuna tecavüz etmişlerdi. Ayrıca pazar yerlerini de basarak malları yağmalamışlardı. Beyşehir mutasarrıfı Hotin seferinden döndüğünde ahali tüm olanlardan dolayı şikâyette bulunmuş, suçlulardan bazıları zabitler aracılığıyla yakalanmıştı. Ancak eşkıyanın taşkınlıkları devam etmiş, Uzun Ali ve maiyetindeki Haşim oğlu Topal Ahmed, Direkli Ahmed, Topal Bektaş, Emir oğlu Mehmed ve Sefer Efendi oğlu Ahmed Seydişehir mahkemesini basıp kadı ve naibini darp etmişler; “mîr-i miran bizim ahvâlimizi sorduğunda arzu etdiğimiz gibi cevab virmezseniz ikinizi de katlederiz” şeklinde tehdit etmişlerdi. Seydişehir kadısından aldıkları iyi hal yazısını mutasarrıfa sunarak cezalandırılmaktan kurtulmaya çalışmışlar; ancak mutasarrıf ve Beyşehir kadısı Lütfullah bu belgeye itimat etmeyerek durumu İstanbul’a bir mektupla duyurmuşlardı. Uzun Ali ve yandaşları hakkında başkaca bir kayda şimdilik rastlanamadığından sonlarına dair bir hükme varmak mümkün değildir. 6.    Bıyıklı Ahmed Aslen Seydişehir’in Gevrekli köyünden olan Bıyıklı Ahmed, hakkında pek çok suç kaydına rastlanan kimselerden biridir. Ulaşılabilen ilk belge 14 Mart 1750 tarihli olmakla birlikte, 1762 yılına kadar olan pek çok hükümde bu şahsın eylemlerine sıkça rastlanmakta ve bertaraf edilmesinde güçlük çekildiği anlaşılmaktadır. Bıyıklı Ahmed halka olmadık zulümler yapmış; mahalli idarecilere ve İstanbul’a adeta kafa tutmuştur. Seydişehir sakinlerinden Mustafa’nın kardeşi Mehmed’i zorla yanına alıp Yörük taifesinden kimselerin yanına götüren Bıyıklı Ahmed, adamlarıyla birlik olup Mehmed’i katletmiştir. Konya kadısı Mevlâna Mehmed Müftizade’nin Kırili Kazası’nda görevlendirdiği Delibaşı Mehmed’e, Seydişehir’in Çavuş köyünden geçerken Bıyıklı Ahmed ve adamları saldırmış; zorla 40 kuruşunu alıp iki adamını katletmiş; beş adet atını da helak ederek Mehmed’i sol kolundan üç ve sağ böğründen bir kurşunla vurup yaralamışlardı. Bu yaralanmalardan dolayı Mehmed vefat etmişti. Ayrıca Bıyıklı Ahmed, Seydişehir’in hemen her mahallesine ve kervanların geçeceği yerlere onar onbeşer adamını yerleştirmişti. Bunlar tüccarlara saldırıp öldürüyor ve mallarını ele geçiriyorlardı. Seydişehir ahalisi üzerine düşen tekâlifi zamanında ve tam olarak ödediği halde ayan olan Bıyıklı Ahmed 1737 senesinden beri vergi işine de karışır olmuştu. 17 Kasım 1751 tarihli hükümden anlaşıldığı kadarıyla, on yılı aşkın bir zamandır, vergi toplama zamanında kent sakini olan vergi yükümlülerinin her birinden kendisi için iki üç kese akçe topluyordu. Ayrıca bir süre önce öldürülen eşkıya Hacı Şeyhoğlu’nun sekbanlarını da yanına alan Bıyıklı Ahmed, kazada görevlendirilen kadılara iş gördürmeyip bir şekilde azillerini sağlıyor ve mallarını yağmalıyordu. 1751 tarihli bir başka hükümde, Seydişehir sakini birkaç kişinin Bıyıklı Ahmed’den şikâyetçi olup 1747 senesinden kalma ve kendilerinden zorla alınmış olan ikişer kese akçe haklarını istedikleri yazılıdır. Bıyıklı Ahmed zimmetinde olan akçeleri iade etmediği gibi Beyşehir mutasarrıfı ile birlik olup kaza merkezinde pek çok kimsenin evini basmış, mal ve eşyasına el koymuş ve 30-40 kese akçe toplamıştır. Üretim yapılan dükkânları da yağmalayıp ürünlerine el koymuştur. İstanbul’dan bir mübaşir tayin edilerek durumun mahallince incelenmesi uygun görülmüştür. 28 Haziran 1754 tarihli bir başka hükümde, Seydişehir Kazası sakinlerinin hazeriye ve zeametle ilgili vergileri Abdurrahman ve İbrahim’e ödedikleri, buna rağmen 1741 yılında Bıyıklı Ahmed’in kendisi için bu vergileri bahane ederek zorla 2000 kuruş tahsil ettiği yazılıdır. 26 Ocak 1756 tarihli bir kayıtta ise Seydişehirli Seyit Mustafa’nın Bıyıklı Ahmed’den şikâyetçi olduğu görülür. 24 senedir ayan olan Bıyıklı Ahmed, o sene vergi toplama zamanında kendisi için Mustafa’dan fazladan 3.000 kuruş tahsil etmişti. Ayrıca 1735-1745 yılları arası on yıllık dönemde haksız yere aldığı akçelerin toplamı 25.000 kuruşa ulaşmıştı. Bu akçeleri iadesi Seydişehir kadısı tarafından istendiğinde, Osman ve Bodi Hasan adlı kimselerin de yardımıyla Bıyıklı Ahmed emre karşı gelmiştir. İstanbul’dan durumu incelemek üzere gönderilen mübaşir Zeynel de Bıyıklı Ahmed’le baş edememiştir. Kara Mahmud ve Ali liderliğinde Bıyıklı Ahmed’in 10 adamı Seyit Mustafa’nın evine gitmişler; o sırada bahçesinde çalışmakta olan Mustafa’nın orakla başını ve kolunu kesip katletmişler; bir at, üç eşek, bir inek, bir manda, bir buzağı ile tüm mahsulatına ve pek çok eşyasına el koymuşlardı. Bunun üzerine İstanbul’dan yeni bir mübaşir tayin edilmişti. Mübaşir Hüseyin, Seydişehir’e ulaştığında Bıyıklı Ahmed beraberindeki 100 adamla birlikte Seydişehir mahkemesini basmıştır. Seyit Mustafa’nın ölümünden sonra da annesi Saime’ye düşmanlık güden Bıyıklı Ahmed, onu da uzun yıllar rahatsız etmiştir. 25 Ocak 1760 tarihli bir hükümde, Bıyıklı Ahmed’in işi daha da ileri götürüp her ay kendisi için halktan akçe toplamaya başladığı yazılıdır. Beraberindeki 40-50 eşkıya ile 25 seneden daha fazla bir zaman Seydişehir’de ikamet eden Bıyıklı Ahmed halka epey zulmetmiş, mallarını gasp edip pek çok hatuna tecavüz etmiştir. 20 Nisan 1760 tarihli bir kayda göre; Seyit Harun Hamamı’nda Derviş Hüsam oğlu Ali katledilmişti. Katilin kim olduğunu araştırdığını bahane ederek Ali’nin hanımı Şerife’yi evine davet eden Bıyıklı Ahmed, hatuna tecavüz etmişti. Sonra da maktul Ali’nin akrabalarını kışkırtarak kâtilin Şerife olduğu yönünde söylentiler çıkartmıştı. Birkaç adamını Şerife’nin evine gönderip iki bakire kızını ve bir cariyesini zorla alarak kendi evine getirtmiş; bunlara da tecavüz ettikten sonra 10-15 gün hapsetmişti. İstanbul’dan mübaşir gönderilerek Ahmed’in yakalanıp getirilmesi istendiği sırada, Karaman’da tutuklu bulunan Bıyıklı Ahmed, 8000 kuruş rüşvet ödeyerek 1 Temmuz 1760’da tahliye edilmeyi başarmıştır. Mübaşir Seydişehir’e ulaşmadan Bıyıklı Ahmed Şam’a firar etmiştir. Bıyıklı Ahmed hakkında ulaşılabilen son kayıt 2 Nisan 1762 tarihli olup Şam’a firar ettikten sonra da adamları vasıtasıyla Seydişehir’deki zulmünü devam ettirdiği, mal gasp ettirip insanların canına ve namusuna zarar verdiği anlaşılmaktadır. 7.    Bıyıklı Ahmed oğlu Numan Bıyıklı Ahmed’in Şam’a kaçmasından bir süre sonra (1767’de) Seydişehir ve çevresinde bu defa onun oğlu Numan eşkıya olarak ortaya çıkmış; babasının bıraktığı yerden zulme devam etmiştir. Bıyıklı Ahmed’in oğlu Numan’la ilgili 20 Ağustos 1775 tarihli bir hüküm, Seydişehir ahalisinden ve Onüç Bölüğü’nün neferlerinden eski serdâr Hacı Ali’nin şikâyetine dairdir. Bıyıklı Ahmedoğlu Numan yanına Seyit Ali ve Kara Naip Abdurrahman’ı da alarak Hacı Ali’ye saldırmış ve 6500 kuruşluk eşyasını gasbetmişti. Etrafına topladığı 400-500 kişilik eşkıya güruhu ile hem kaza merkezinde hem de bu kazaya bağlı köylerde halkı huzursuz etmiş, her sene vergi toplama zamanında kendisi için fazladan akçe istemiştir. Numan’ın adamları özellikle kadınları rahat bırakmıyor ve sık sık tecavüz vakaları yaşanıyordu. Bu sırada Numan’ın kardeşi Mehmed, Beyşehir mütesellimi idi. Böylece kardeşinin de yardımıyla haksız yere insanları hapsettirip 300-400 kuruşu rüşvet olarak aldıktan sonra serbest bırakıyorlardı. Yukarıda adı geçen Hacı Ali’nin Seyit Abdülkadir adında genç bir oğlu vardı. Numan ve yandaşları Kara Abdurrahman, Seyit Mustafa, Seyit Abdullah ve İkizoğlu Seyit İbrahim birlik olup yatsı namazı vaktinde Ali’nin evini basmışlar ve oğlu Abdülkadir’i öldürmüşlerdi. Ancak 3 Kasım 1776 tarihli İstanbul’a gönderilen bir yazıda Numan’ın günahsız olduğu ve kendisine iftira atıldığı yazılıydı. 26 Mart 1777 tarihli yazıdan anlaşıldığı kadarıyla kardeşi mütesellim Mehmed, Numan’ı korumuş ve iyi haline dair bir evrak hazırlanmasını sağlamıştı. Yine İstanbul’dan gönderilen bir yazıda, Numan ve kardeşi Mehmed, Kara Naip Abdurrahman, Hacı Abdürrezzak, Sevgün Mehmed, Gök Mehmed, İsmail ve Boyacı İsmail adlı kişilerin haksız yere halktan para topladığı, İstanbul’dan gönderilen mübaşirin yolunu kesip iki adamını öldürüp beş adamını da yaraladıkları, mübaşirin maiyetinde olan at ve katırlarla pek çok eşyayı yağmaladıkları, Seydişehir’de emniyet nâmına bir şey kalmadığı yazılıdır. Sadece kaza merkezinde değil köylerde de huzur bırakmayan Numan, Akçalar köyü ahalisinden zorla 10.500 kuruş toplamıştı. Pek çok kişi çareyi başka şehirlere göç edip kaçmakta bulmuştur. Seydişehir sakinlerinden Hacı Esir’in açtığı ve 19 Nisan 1776 tarihli dava kaydına göre, Hacı Esir 1774 yılında hac vazifesi ile Arabistan’a gittiği sırada ambarında bulunan tüm mahsul, Numan ve adamları tarafından yağmalanmıştır. Bu dava kaydından iki ay sonra Beyşehir Sancağı Mutasarrıfı Alâeddin, Numan ve yandaşlarını yakalamak gayesiyle Seydişehir’e gelmiş; ancak bunu haber alıp firar eden Numan, gece vakti adamlarıyla Alâeddin’in konakladığı yeri basıp 10.000 kuruş kıymetinde mal ve eşyayı yağmalamış; Alâeddin’in üç adamını öldürmüştür. Numan ile ilgili ulaşılabilen son kayıt 5 Temmuz 1779 tarihlidir. Seydişehir sakinlerinden ve ulemadan olan Abdülhalim Efendi, Numan’ın halka zulmetmesine karşı çıktığı için Numan ve kardeşleri Sadık, Burhan, Çolak Mustafa yanlarına 80 adam alarak sokakta Abdülhalim Efendi’ye saldırmışlar; büyük bir bıçakla yaralayıp öldürmüşlerdir. Abdülhalim Efendi’nin evlatları Mehmed, Mustafa, Hasan, Ayşe, Havva ve Emine babalarının ölümü sonrası dava açınca mesele İstanbul’a kadar ulaşmış ve Numan’ın yakalanması emredilmiştir. Temmuz 1779’dan sonra Numan’la ilgili kayda rastlanamamıştır. Yetkililerce yakalanıp cezalandırılmış olması muhtemeldir. Sonuç Seydişehir, Karamanoğulları idaresinde bir vilayet iken 1467’de Osmanlı Devleti’nin topraklarına katılmış; kısa bir süre sonra yeniden yapılanmaya gidilerek 1483’te kaza statüsü kazandırılmıştır. Tanzimat’tan sonra niteliği değişmekle birlikte 1920’ye kadar kaza olarak adlandırılmaya devam etmiş; Cumhuriyet Dönemi’nde Konya’ya bağlı bir ilçe olmuştur. Bu makalede incelemeye esas olan Seydişehir Kazası, Akdeniz limanlarına inen ve Anadolu içlerinden gelen yolların kavşağında idi. Anadolu kentlerini Seydişehir üzerinden Antalya ve Alanya’ya bağlayan üç önemli güzergâh mevcuttu. Osmanlı Devleti’nde XVI. yüzyıl sonlarında ortaya çıkan eşkıyalık hareketleri ve çeşitli asayiş problemleri, diğer kentlerde olduğu gibi Seydişehir’de de görülmüştür. Bazen devletin resmî görevlilerinin de rol aldığı bu hareketler, yörenin güvenliğini sarsmıştır. Çalışmadan da anlaşılacağı üzere eşkıyalık hareketleri daha çok şahsi çıkar ve menfaatlere ulaşmak için bir yol olarak kullanılmıştır. Eşkıyalar, saldırı düzenledikleri kişi ya da kitlelerin seçiminde etnik aidiyet veya din eksenli bir ayrıma gitmemişlerdir. Doç. Dr. Ayşe Değerli- Küpenin İncisi Dergisi Sayı:13 Ağustos 2016 
Osmanlı Dönemin'de zaman zaman ortaya çıkan ve topluma büyük zarar veren celaliler eşkıyalar her bölgede olabilmekteydi. Bu konuda ki bilgilerini bizlere aktaran Doç. Dr. Ayşe Değerli?nin ?Seydişehir Eşkıyaları? makalesini sizlerle paylaşıyoruz.

SEYDİŞEHİR’DE EŞKIYALIK FAALİYETLERİ (1614-1800)

Eşkıya, bedbaht, talihsiz, fena hareketli, günahkâr, asi anlamına gelen “şaki”  teriminin çoğulu olan bir kelimedir. Osmanlı Dönemi’nde celalî, eşirra, haramî, haramzade, türedi ve haydut kelimeleri de kullanılmıştır. Eşkıyalık, mevcut siyasî iktidara karşı başkaldırma niteliği taşımaz. Hanefi fıkhı hariç diğer ekollere mensup fakihlerin çoğu, kadın-erkek ayırımı yapmadan en az üç kişinin, şehir, kasaba ve köy gibi meskûn mahaller dışında işlediği saldırı ve soygunları eşkıyalık sayar. Ancak bazı İslam hukukçuları sayı şartı aramaz ve şehir eşkıyalığını da eşkıyalık kategorisinde değerlendirir. Hobsbawm, “Görevlilere ücret dağıtmak için para götüren mutemedi köşe başında basıp soyanlardan, teşkilatlanmış asilere ve vur-kaç taktiği uygulayan gerillalara kadar, saldıran ve zor kullanarak soygun yapan herkes kanunlar önünde eşkıyadır.” demek suretiyle bu kavrama daha kapsamlı bir anlam yükleyerek tanımlama yapmıştır.

Aşağıda 1614-1800 yılları arası Seydişehir ve çevresinde faaliyet göstermiş olan yedi eşkıyadan bahsedilecektir.

SEYDİŞEHİR EŞKIYALARI

1.    Dağlar Delisi Süleyman

Toplumu derinden etkileyen bir kargaşanın Seydişehir’de görülmemesi söz konusu değildir. Nitekim Osmanlı tarihinde XVII. yüzyılın meşhur Celalilerinden ve en kudretli zorbalarından biri olarak anılan Dağlar Delisi Süleyman, 1614 tarihli bir belgeden anlaşıldığı üzere Seydişehir’in Kavak köyündendi.1608 tarihinden önce bir Celali olarak tanındığı ve Kalenderoğlu Mehmed Paşa’nın etrafında toplananlardan biri olduğu tespit edilmiştir. Naima, sipahiler arasında nüfuz sahibi olan Dağlar Delisi’nin Beyşehir, Seydişehir, Bozkır ve belki Lârende ile Konya şakilerinin de başı olduğunu yazmaktadır. Önder de eserinde XVII. yüzyılın Seydişehir için talihsiz bir dönem olduğu, kentin Celali ayaklanmasından hayli etkilendiği, bazı elebaşlarının burada yaşamasından dolayı halkın çok çektiği ve başka yerlere göç ettiği, kalanların da çiftçilik, debbağlık, nakliyecilik, bez ve kilim dokumacılığı gibi mesleklerle geçimini sürdürmeye çalıştığı bilgisini verir.

2.    Deli İlâhi

Dağlar Delisi Süleyman’ın 1624’te Seydişehir’de ölmesinden sonra, Seydişehir ve çevresinde eşkıyalık hareketini kardeşi Deli İlahî sürdürmüştür. Koçu, Deli İlahî’nin ağabeyinin sağlığında ve onun sayesinde sipahi olduğunu, Seydişehir’in âyân ve eşrafını adeta bir kuru hasır üstünde bırakırcasına soyduğunu yazmıştır. Deli İlahî kentin zenginlerine yersiz isnatlar ve iftiralarla saldırmış, mal varlıklarına el koymuş, Seydişehir kadısı bu zorba karşısında aciz kalmıştır. Naima, Deli İlahi hakkında “Benî İsrail’in Firavun elinden çektiğini Seydişehir halkı bu zâlimden çekti.” demektedir.

Deli İlahi’nin bu denli nüfuz kazanmasında merkezî hükümetten kimselerin rüşvet alıp susması yatmaktadır. Kendisine muhalefet eden bir yeniçeri neferine meydan dayağı attırıp çarşıda astırmış ve bu hareketi karşısında ne Seydişehir kadısı ne de İstanbul’dan bir yetkili ses çıkarmıştır. Ayrıca dönemin Karaman Valisi Çerkes Ahmed Paşa vergileri toplamakta sıkıntı yaşayınca, Deli İlahi’den yardım isteyerek onun zorbalığını bir nevi tasdik etmiştir.

Deli İlahi’nin sonu 1628 yılında İstanbul’a gitmesiyle gelmiştir. Başkente bir konağa yerleşerek padişah huzuruna kabul edilmeyi beklerken, Seydişehir’de zulmettiği yaklaşık 300 kişiden oluşan bir topluluk konağı basmış; Topal Receb Paşa’nın da yardımıyla Deli İlahi, Vezir İskelesi’ne götürülmüş; oradan Rumelihisarı zindanına getirilip boğdurtulmuştur.

3.    Dereli Halil

Seydişehir’in Dere köyünden olan Dereli Halil, etrafına topladığı birkaç yüz adamla dağa çıkmış, yol kesip kervan soymuştur. Bademli Hüseyin adlı birinin evini gece vakti adamlarıyla basmış, eviyle birlikte Hüseyin’i yakmıştır. Deli İlahi ile zaman zaman çatışmışsa da o hayattayken Dereli Halil’in pek sesi çıkmamıştır. 1628’de Deli İlahi’nin ölümünden sonra Seydişehir’de Hoşanzadeler’in konağına yerleşmiştir. 14 Ağustos 1629 tarihli bir berat ile kendisine Seydişehir, Beyşehir, Niğde, Kayseri, Akşehir, Kırşehir ve Aksaray’da asker toplayabilme yetkisi verilmiştir.

Dereli Halil, Seydişehir kadısı ile birlikte mahkeme salonuna gider, davaları dinler ve kadıdan ziyade Dereli Halil meseleleri hükme bağlardı. Naima, Halil hakkında “İlâhi Bey’in yerine geçerek halka bir gazâb-ı ilâhi oldu.” diye yazmıştır.

Seydişehir ahalisinin İstanbul’a gönderdiği şikâyet dilekçeleri sonucu IV. Murad (1623-1640), Dereli Halil’in yakalanıp idam edilmesini Bolvadin Beyi Küçük Ahmed Paşa’ya bildirmiş; bir gece Halil’in evi basılarak öldürülmüş ve kesilen başı İstanbul’a gönderilirken başsız cesedi Seydişehir çarşısında üç gün boyunca halka gösterilmiştir.

4.    Seyit Ahmed

Seydişehir’de eşkıyalık adı verilen büyük çaplı toplumsal olaylar dışında zorba denebilecek insanların çıkıp çevreyi rahatsız ettiği olurdu. Seyit Ahmed de bunlardan biriydi. 19 Mayıs 1688 tarihli bir kayda göre; aslen Boyalı köyünden olan Seyit Ahmed Seydişehir dışında da eşkıyalık yapmış, Kütahya mütesellimi ile birlik olup Ankara ve Bolu sancaklarına giderek Murtazaâbad Kazası’nda bir kişinin evini basmış, ev sahibini ve oğlunu öldürmüş, kendisi namına 50 kuruş, kardeşi için de 43 kuruş alıp oradan ayrılmıştır. Seydişehir’de yerli bir Arap’ı katletmiştir. Kaza merkezinde sakin Ali adlı bir kişiye saldırıp zorla 110 kuruşunu almıştır. Yanına topladığı 20-30 levent taifesiyle bazen ağa bazen bölükbaşı kıyafeti giyip evleri ve köyleri dolaşmış; ahalinin eşek ve öküzlerine el koymuş; insanların konaklarına girip günlerce oturmuş; evlerinde bedava yiyip içmiştir. Olayların üstesinden gelemeyen Seydişehir kadısı merkeze durumu yazarak yardım istemiştir. Seyit Ahmed’in ne şekilde cezalandırıldığına dair bir kayda şimdilik rastlanamamıştır.

5.    Uzun Ali

Ordunun sefere çıktığı zamanlarda eyalet ve kazalarda üst düzey yönetici kalmadığından eşkıya, kent ve köylere inerek savunmasız masum insanlara saldırır, onları soyar, her türlü zulmü yapardı. XVIII. yüzyıl şakilerinden Uzun Ali’ye bu bağlamda belgelerde rastlanmıştır. Konya naibine hitaben, 18 Şubat 1714’te İstanbul’dan gönderilen bir hüküm, Beyşehir sancağı mutasarrıfı Şaban Paşa ve kethüdası Seyit Mustafa’nın şikâyetine dairdir. Seydişehir Kazası sakinlerinden olan Uzun Ali, etrafına 70-80 tane tüfekli adam toplayıp hem Seydişehir kent merkezinde hem de köylerinde halka türlü eziyetler yapmaya başlamıştı. Bunlar insanların zorla malını parasını alıp şiddet uygulamışlar; pek çok hatuna tecavüz etmişlerdi. Ayrıca pazar yerlerini de basarak malları yağmalamışlardı. Beyşehir mutasarrıfı Hotin seferinden döndüğünde ahali tüm olanlardan dolayı şikâyette bulunmuş, suçlulardan bazıları zabitler aracılığıyla yakalanmıştı.

Ancak eşkıyanın taşkınlıkları devam etmiş, Uzun Ali ve maiyetindeki Haşim oğlu Topal Ahmed, Direkli Ahmed, Topal Bektaş, Emir oğlu Mehmed ve Sefer Efendi oğlu Ahmed Seydişehir mahkemesini basıp kadı ve naibini darp etmişler; “mîr-i miran bizim ahvâlimizi sorduğunda arzu etdiğimiz gibi cevab virmezseniz ikinizi de katlederiz” şeklinde tehdit etmişlerdi. Seydişehir kadısından aldıkları iyi hal yazısını mutasarrıfa sunarak cezalandırılmaktan kurtulmaya çalışmışlar; ancak mutasarrıf ve Beyşehir kadısı Lütfullah bu belgeye itimat etmeyerek durumu İstanbul’a bir mektupla duyurmuşlardı. Uzun Ali ve yandaşları hakkında başkaca bir kayda şimdilik rastlanamadığından sonlarına dair bir hükme varmak mümkün değildir.

6.    Bıyıklı Ahmed

Aslen Seydişehir’in Gevrekli köyünden olan Bıyıklı Ahmed, hakkında pek çok suç kaydına rastlanan kimselerden biridir. Ulaşılabilen ilk belge 14 Mart 1750 tarihli olmakla birlikte, 1762 yılına kadar olan pek çok hükümde bu şahsın eylemlerine sıkça rastlanmakta ve bertaraf edilmesinde güçlük çekildiği anlaşılmaktadır.

Bıyıklı Ahmed halka olmadık zulümler yapmış; mahalli idarecilere ve İstanbul’a adeta kafa tutmuştur. Seydişehir sakinlerinden Mustafa’nın kardeşi Mehmed’i zorla yanına alıp Yörük taifesinden kimselerin yanına götüren Bıyıklı Ahmed, adamlarıyla birlik olup Mehmed’i katletmiştir.

Konya kadısı Mevlâna Mehmed Müftizade’nin Kırili Kazası’nda görevlendirdiği Delibaşı Mehmed’e, Seydişehir’in Çavuş köyünden geçerken Bıyıklı Ahmed ve adamları saldırmış; zorla 40 kuruşunu alıp iki adamını katletmiş; beş adet atını da helak ederek Mehmed’i sol kolundan üç ve sağ böğründen bir kurşunla vurup yaralamışlardı. Bu yaralanmalardan dolayı Mehmed vefat etmişti. Ayrıca Bıyıklı Ahmed, Seydişehir’in hemen her mahallesine ve kervanların geçeceği yerlere onar onbeşer adamını yerleştirmişti. Bunlar tüccarlara saldırıp öldürüyor ve mallarını ele geçiriyorlardı.

Seydişehir ahalisi üzerine düşen tekâlifi zamanında ve tam olarak ödediği halde ayan olan Bıyıklı Ahmed 1737 senesinden beri vergi işine de karışır olmuştu. 17 Kasım 1751 tarihli hükümden anlaşıldığı kadarıyla, on yılı aşkın bir zamandır, vergi toplama zamanında kent sakini olan vergi yükümlülerinin her birinden kendisi için iki üç kese akçe topluyordu. Ayrıca bir süre önce öldürülen eşkıya Hacı Şeyhoğlu’nun sekbanlarını da yanına alan Bıyıklı Ahmed, kazada görevlendirilen kadılara iş gördürmeyip bir şekilde azillerini sağlıyor ve mallarını yağmalıyordu. 1751 tarihli bir başka hükümde, Seydişehir sakini birkaç kişinin Bıyıklı Ahmed’den şikâyetçi olup 1747 senesinden kalma ve kendilerinden zorla alınmış olan ikişer kese akçe haklarını istedikleri yazılıdır. Bıyıklı Ahmed zimmetinde olan akçeleri iade etmediği gibi Beyşehir mutasarrıfı ile birlik olup kaza merkezinde pek çok kimsenin evini basmış, mal ve eşyasına el koymuş ve 30-40 kese akçe toplamıştır. Üretim yapılan dükkânları da yağmalayıp ürünlerine el koymuştur. İstanbul’dan bir mübaşir tayin edilerek durumun mahallince incelenmesi uygun görülmüştür. 28 Haziran 1754 tarihli bir başka hükümde, Seydişehir Kazası sakinlerinin hazeriye ve zeametle ilgili vergileri Abdurrahman ve İbrahim’e ödedikleri, buna rağmen 1741 yılında Bıyıklı Ahmed’in kendisi için bu vergileri bahane ederek zorla 2000 kuruş tahsil ettiği yazılıdır. 26 Ocak 1756 tarihli bir kayıtta ise Seydişehirli Seyit Mustafa’nın Bıyıklı Ahmed’den şikâyetçi olduğu görülür. 24 senedir ayan olan Bıyıklı Ahmed, o sene vergi toplama zamanında kendisi için Mustafa’dan fazladan 3.000 kuruş tahsil etmişti. Ayrıca 1735-1745 yılları arası on yıllık dönemde haksız yere aldığı akçelerin toplamı 25.000 kuruşa ulaşmıştı. Bu akçeleri iadesi Seydişehir kadısı tarafından istendiğinde, Osman ve Bodi Hasan adlı kimselerin de yardımıyla Bıyıklı Ahmed emre karşı gelmiştir. İstanbul’dan durumu incelemek üzere gönderilen mübaşir Zeynel de Bıyıklı Ahmed’le baş edememiştir. Kara Mahmud ve Ali liderliğinde Bıyıklı Ahmed’in 10 adamı Seyit Mustafa’nın evine gitmişler; o sırada bahçesinde çalışmakta olan Mustafa’nın orakla başını ve kolunu kesip katletmişler; bir at, üç eşek, bir inek, bir manda, bir buzağı ile tüm mahsulatına ve pek çok eşyasına el koymuşlardı. Bunun üzerine İstanbul’dan yeni bir mübaşir tayin edilmişti. Mübaşir Hüseyin, Seydişehir’e ulaştığında Bıyıklı Ahmed beraberindeki 100 adamla birlikte Seydişehir mahkemesini basmıştır. Seyit Mustafa’nın ölümünden sonra da annesi Saime’ye düşmanlık güden Bıyıklı Ahmed, onu da uzun yıllar rahatsız etmiştir. 25 Ocak 1760 tarihli bir hükümde, Bıyıklı Ahmed’in işi daha da ileri götürüp her ay kendisi için halktan akçe toplamaya başladığı yazılıdır.

Beraberindeki 40-50 eşkıya ile 25 seneden daha fazla bir zaman Seydişehir’de ikamet eden Bıyıklı Ahmed halka epey zulmetmiş, mallarını gasp edip pek çok hatuna tecavüz etmiştir. 20 Nisan 1760 tarihli bir kayda göre; Seyit Harun Hamamı’nda Derviş Hüsam oğlu Ali katledilmişti. Katilin kim olduğunu araştırdığını bahane ederek Ali’nin hanımı Şerife’yi evine davet eden Bıyıklı Ahmed, hatuna tecavüz etmişti. Sonra da maktul Ali’nin akrabalarını kışkırtarak kâtilin Şerife olduğu yönünde söylentiler çıkartmıştı. Birkaç adamını Şerife’nin evine gönderip iki bakire kızını ve bir cariyesini zorla alarak kendi evine getirtmiş; bunlara da tecavüz ettikten sonra 10-15 gün hapsetmişti. İstanbul’dan mübaşir gönderilerek Ahmed’in yakalanıp getirilmesi istendiği sırada, Karaman’da tutuklu bulunan Bıyıklı Ahmed, 8000 kuruş rüşvet ödeyerek 1 Temmuz 1760’da tahliye edilmeyi başarmıştır. Mübaşir Seydişehir’e ulaşmadan Bıyıklı Ahmed Şam’a firar etmiştir.

Bıyıklı Ahmed hakkında ulaşılabilen son kayıt 2 Nisan 1762 tarihli olup Şam’a firar ettikten sonra da adamları vasıtasıyla Seydişehir’deki zulmünü devam ettirdiği, mal gasp ettirip insanların canına ve namusuna zarar verdiği anlaşılmaktadır.

7.    Bıyıklı Ahmed oğlu Numan

Bıyıklı Ahmed’in Şam’a kaçmasından bir süre sonra (1767’de) Seydişehir ve çevresinde bu defa onun oğlu Numan eşkıya olarak ortaya çıkmış; babasının bıraktığı yerden zulme devam etmiştir.

Bıyıklı Ahmed’in oğlu Numan’la ilgili 20 Ağustos 1775 tarihli bir hüküm, Seydişehir ahalisinden ve Onüç Bölüğü’nün neferlerinden eski serdâr Hacı Ali’nin şikâyetine dairdir. Bıyıklı Ahmedoğlu Numan yanına Seyit Ali ve Kara Naip Abdurrahman’ı da alarak Hacı Ali’ye saldırmış ve 6500 kuruşluk eşyasını gasbetmişti. Etrafına topladığı 400-500 kişilik eşkıya güruhu ile hem kaza merkezinde hem de bu kazaya bağlı köylerde halkı huzursuz etmiş, her sene vergi toplama zamanında kendisi için fazladan akçe istemiştir.

Numan’ın adamları özellikle kadınları rahat bırakmıyor ve sık sık tecavüz vakaları yaşanıyordu. Bu sırada Numan’ın kardeşi Mehmed, Beyşehir mütesellimi idi. Böylece kardeşinin de yardımıyla haksız yere insanları hapsettirip 300-400 kuruşu rüşvet olarak aldıktan sonra serbest bırakıyorlardı. Yukarıda adı geçen Hacı Ali’nin Seyit Abdülkadir adında genç bir oğlu vardı. Numan ve yandaşları Kara Abdurrahman, Seyit Mustafa, Seyit Abdullah ve İkizoğlu Seyit İbrahim birlik olup yatsı namazı vaktinde Ali’nin evini basmışlar ve oğlu Abdülkadir’i öldürmüşlerdi. Ancak 3 Kasım 1776 tarihli İstanbul’a gönderilen bir yazıda Numan’ın günahsız olduğu ve kendisine iftira atıldığı yazılıydı. 26 Mart 1777 tarihli yazıdan anlaşıldığı kadarıyla kardeşi mütesellim Mehmed, Numan’ı korumuş ve iyi haline dair bir evrak hazırlanmasını sağlamıştı. Yine İstanbul’dan gönderilen bir yazıda, Numan ve kardeşi Mehmed, Kara Naip Abdurrahman, Hacı Abdürrezzak, Sevgün Mehmed, Gök Mehmed, İsmail ve Boyacı İsmail adlı kişilerin haksız yere halktan para topladığı, İstanbul’dan gönderilen mübaşirin yolunu kesip iki adamını öldürüp beş adamını da yaraladıkları, mübaşirin maiyetinde olan at ve katırlarla pek çok eşyayı yağmaladıkları, Seydişehir’de emniyet nâmına bir şey kalmadığı yazılıdır. Sadece kaza merkezinde değil köylerde de huzur bırakmayan Numan, Akçalar köyü ahalisinden zorla 10.500 kuruş toplamıştı. Pek çok kişi çareyi başka şehirlere göç edip kaçmakta bulmuştur.

Seydişehir sakinlerinden Hacı Esir’in açtığı ve 19 Nisan 1776 tarihli dava kaydına göre, Hacı Esir 1774 yılında hac vazifesi ile Arabistan’a gittiği sırada ambarında bulunan tüm mahsul, Numan ve adamları tarafından yağmalanmıştır. Bu dava kaydından iki ay sonra Beyşehir Sancağı Mutasarrıfı Alâeddin, Numan ve yandaşlarını yakalamak gayesiyle Seydişehir’e gelmiş; ancak bunu haber alıp firar eden Numan, gece vakti adamlarıyla Alâeddin’in konakladığı yeri basıp 10.000 kuruş kıymetinde mal ve eşyayı yağmalamış; Alâeddin’in üç adamını öldürmüştür.

Numan ile ilgili ulaşılabilen son kayıt 5 Temmuz 1779 tarihlidir. Seydişehir sakinlerinden ve ulemadan olan Abdülhalim Efendi, Numan’ın halka zulmetmesine karşı çıktığı için Numan ve kardeşleri Sadık, Burhan, Çolak Mustafa yanlarına 80 adam alarak sokakta Abdülhalim Efendi’ye saldırmışlar; büyük bir bıçakla yaralayıp öldürmüşlerdir. Abdülhalim Efendi’nin evlatları Mehmed, Mustafa, Hasan, Ayşe, Havva ve Emine babalarının ölümü sonrası dava açınca mesele İstanbul’a kadar ulaşmış ve Numan’ın yakalanması emredilmiştir. Temmuz 1779’dan sonra Numan’la ilgili kayda rastlanamamıştır. Yetkililerce yakalanıp cezalandırılmış olması muhtemeldir.

Sonuç

Seydişehir, Karamanoğulları idaresinde bir vilayet iken 1467’de Osmanlı Devleti’nin topraklarına katılmış; kısa bir süre sonra yeniden yapılanmaya gidilerek 1483’te kaza statüsü kazandırılmıştır. Tanzimat’tan sonra niteliği değişmekle birlikte 1920’ye kadar kaza olarak adlandırılmaya devam etmiş; Cumhuriyet Dönemi’nde Konya’ya bağlı bir ilçe olmuştur. Bu makalede incelemeye esas olan Seydişehir Kazası, Akdeniz limanlarına inen ve Anadolu içlerinden gelen yolların kavşağında idi. Anadolu kentlerini Seydişehir üzerinden Antalya ve Alanya’ya bağlayan üç önemli güzergâh mevcuttu.

Osmanlı Devleti’nde XVI. yüzyıl sonlarında ortaya çıkan eşkıyalık hareketleri ve çeşitli asayiş problemleri, diğer kentlerde olduğu gibi Seydişehir’de de görülmüştür. Bazen devletin resmî görevlilerinin de rol aldığı bu hareketler, yörenin güvenliğini sarsmıştır. Çalışmadan da anlaşılacağı üzere eşkıyalık hareketleri daha çok şahsi çıkar ve menfaatlere ulaşmak için bir yol olarak kullanılmıştır. Eşkıyalar, saldırı düzenledikleri kişi ya da kitlelerin seçiminde etnik aidiyet veya din eksenli bir ayrıma gitmemişlerdir.

Doç. Dr. Ayşe Değerli- Küpenin İncisi Dergisi Sayı:13 Ağustos 2016 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve toroslargazetesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.