TRT ÇOCUK KANALINDA BİR SEYDİŞEHİRLİ

Güncel (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 22.05.2019 - 10:58, Güncelleme: 22.05.2019 - 10:58
 

TRT ÇOCUK KANALINDA BİR SEYDİŞEHİRLİ

Yabancı ülkelerin yayınladığı çizgi filmlerle değerlerimizden gittikçe uzaklaşan çocuklarımızı asıl benliğimize yönlendiren çizgi filmlerin yayınlandığı TRT Çocuk Kanalı’nın mutfağında hemşerimiz Aziz Karakuş var.

TRT Çocuk ’ta yayınlanan Emiray ve Elif'in Güçleri çizgi filmlerinin, TRT Diyanet’te yayınlanan Şeker Hoca'nın, TRT Avaz’da çizgi anlatılarda belgesel şeklinde geçmişimizde yer alan önemli şahsiyetleri tanıtan yapımların Genel Yayın Yönetmenliğini sürdüren, film ve animasyon alanında yarattığı kendine has karakterlerle, değerlerimiz ve gençler arasında köprü kurmayı başaran Belediye’de Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü’nü yürüten Aziz Karakuş’un bilinmeyen mesleği ile ilgili yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz.Dünya Bülteni’nden İbrahim Ethem Gören’e konuşan Karakuş’un o röportajı; İbrahim ethem Gören: Aziz Bey kardeşim kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Aziz Furkan Karakuş: 1977 yılında Konya’da dünyaya gelmişim. İlkokulu Seydişehir’de okudum. Daha sonra gurbete çıkıp tahsil hayatıma devam ettim. İşçi bir ailenin çocuğuyum. Zor ama güzel olan bir çocukluk ve gençliğim var. Evli ve iki çocuk babasıyım. Konya’da faaliyet gösteren bir animasyon şirketinde çizgi film, animasyon konusunda içerik üretimi ve editörlük yapıyorum. Animasyon merakınız nasıl başladı? Nasıl devam ediyor? Bizim çocukluğumuzda seyredebileceğimiz herhangi bir yerli yapım çizgi film yoktu. Belki de vardı ama ya biz ona ya da o eser bize ulaşamıyordu. Çocukları en fazla kahramanlar etkiler. Sezai Karakoç’un çocukluğumuz isimli şiiri beni hep etkilemiştir. Neden değerlerimizi ve rol model olacak hikâye ve kahramanlarımızı çocuklarımıza anlatamıyorduk? Neden gençlerimiz Amerikan tarzı sinema ile hırsızları bir kahraman olarak görüyordu? Neden hanemizin içindeki göz bebeklerimiz örümcek adam değil de Spınder Man diyerek en pespaye ürünleri bize en pahalı şekilde psikolojik bir baskı kurarak aldırabiliyordu ve o sahte kahramanlara özeniyordu? Çocuklarımızın sanal bir dünyada yok olması ve gerçekliği ıskalaması elbet bizim kayıtsız kalacağımız bir şey olamaz. Bu sancılarla ve hayallerle yola çıktık. Allah utandırmaz inşallah. İnşallah. Animasyonda ne arıyorsunuz? Sanat, edebiyat, sinema güzeli bulma uğraşı gibi tanımlarla anlatılsa da bu sancının bugün yaşadığımız dünyada karşılığı çok cılız bir sestir. Hatta bu sesi büyütmeye çalışanların bir kısmı feraset yoksunu bir yerde durarak canavarı şirinleştirebilir belki de. Artık bu güzellikler çirkinlikleri örtmek için kullanılan enstrümanlara dönüşmüştür. Ve algı savaşlarının silahına dönüşerek, tetikçi bir yere savrulmuştur. Böyle bir hengâmede çocuklarımızı korumak ve onlara doğruyu aktarmak bizim için elzem olmaktan öte bir beka ve varoluş meselesidir… Tamda böyle bir yerde sorumluluktan kaçarak, topa girmemek vicdan sahibi bir insana yakışmazdı. Animasyonda aradığımız şey çocuklarımızın işgal edilen zihnini kurtarma arzusu ve inançla yoğrulmuş bir gelenekten beslenerek, geleceğin Mimar Sinan, Yunus Emreleri arasında bir köprü kurmaktır. Aradıklarınızın ne kadarını buldunuz? Neredeyse hiçbirini bulamadım. Neden? Çünkü biz daha görünen bir filiz değiliz. Ama görünmemek toprak altında kök tutarak var olmadığımız anlamına da gelmemeli. Bir gün bu çalışmalarımızın filiz vereceğine inanıyorum. Çınarın tohumda gizli olduğuna inanıyorum. Bugün bizden önceki iyi insanların diktiği ağacın altında gölgeleniyorum. İnşallah bugün attığımız temeller üzerinden yetişen ağacın altında bir gün bizim çocuklarımızın ve gençlerimizin de soluklanacağına inanıyorum. Ama ağabeylerimizden öğrendiğimiz bir şey de arayanların bulacağıdır. Arayanlar bulamasa da, bulanlar arayanlardır düsturu ile çabalamak bizim sorumluluğumuzdur. Kısacası biz bulamasak bile inşallah bizden sonraki nesiller bulacak ve görecektir diye umuyorum. Önemli olan bu yapıya bir tuğla koyabilmektir. Şimdiye kadar bu alanda neler yaptınız? Hangi karakterleri canlandırdınız? Hangi senaryoları yazdınız? Öncelikle böyle zorlu bir süreçten geçerken milli birlik ve bizi biz yapan değerleri işlememiz gerekiyordu. Bir millet ne ile bir millet olur? Dini ile mi, dili ile mi, yaşadığı hayat ile mi, ortak bir tarih ile mi, yaşadığı coğrafya ile mi, idealleri ile mi, biyolojik özelikleri ile mi, folklar ve kültürel öğeler ile mi; yoksa hepsi ile mi derken, bu sorulara bir yerden sonra son verdik. Peki, millet denilen şey ama nasıl bir beden ve ruh olmuştu. Bu meselenin öyle kolayca bir çırpıda cevap verilemeyecek sorulardan ve sorunlardan oluştuğunu gördük. Arkadaşlarla bu işin içinden hiç de kolay bir şekilde çıkamayacağımızı kavradık. Ama bu milleti millet kılan ruhun; ete kemiğe bürünüp toplumda bilgece yaşayan bir kişilik karşılığı da vardı. İster abartılı hikâyeler olsun, ister tarihsel zaman ve mekân yanlışlıkları barındırsın hiçbir durum, Anadolu İnsanına bu şahısları unutturamamıştı. Bu ölmeyen ve öldürülemeyen ölüler ya da kimine göre “Ölümü öldürenler kimdir?” diye merak ettik ve sesli sorular sorduk. Bu kişiler bu toplumun değerlerinin somutlaşmış haliydi. Dede Korkut, Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaşi Veli, Nasreddin Hoca, Yunus Emre, Âşık Veysel, Neşet Ertaş gibi bu coğrafyanın avazı olan, kadim bir geleneği bize aktaran, şahsiyetler üzerinden düşüncelerimizi aktarmaya çalıştık. Diğer yandan TRT Çocuk Kanalına ise Elif’in Düşleri isimli bir animasyon içerik de üretiyoruz. Ayrıca çekmiş olduğumuz belgeseller ve çekmeye devam ettiklerimizde bulunmakta. Ne tür belgesellerden bahsediyorsunuz? Bu belgeseller doğa ve tarih üzerinde yoğunlaştığımız bir düzlemdedir genellikle. Bundan sonraki hedefleriniz nelerdir? Hocam, her ne kadar siz bize sorsanız bile bizim de sorularımız bitmiş değil. Neden Çanakkale ile ilgili bir animasyonumuz yok? Neden Osmanlı ve Selçukluyu anlatacak bir çizgi film üretecek sancımız yok? Gördüğünüz gibi Diriliş Ertuğrul diye bir dizi yapıldı ve nasıl yankı buldu bütün millette. Neden Köroğlu ve Dadaloğlu’nu anlatan bir sinemamız yok. Bahsettiğim kişiler bir hayal ürünü değil tarihsel bir şahsiyet olarak varlık bulan gerçeklerdir. Batı, var olmayanı sinema ile oluşturup hayat verirken; biz elimizde var olanı sanal bir algıda kurban vererek ölüm fermanlarına ellerimizle mühür vuruyoruz. Sanal olan gerçeği mahkûm etmiştir. Sahte olan doğruluğu minderde köprü vaziyetine getirmiştir. Ama bunların hiçbiri bizim için gayretsizliklerimizden daha büyük bir pranga ve bukağı değildir ve olamaz da... Hedeflerimizin başında sanatın ve sinemanın masum olmayan bu yüzünü göstererek, rayından çıkmış bu yapının doğru temeller üzerinden yol almasına vesile olacak işlere imza atmak var. İnşallah bu sihrin ve yalanın insanların gözlerini kamaştırdığı bir yer ve zamanda, bunca illüzyonu, yalanı ve yılanı yutacak asanın kırık bir sedef kakması olmayı Allah bize vesile kılar. Ama şunu da belirtmek isterim ki siz Mimar Sinan gibi bir yetenek de olsanız, çizdiğiniz proje Süleyman gibi bir sultanla hayat bulabilir. Hayallerimiz sınırsız olsa bile en nihayetinde bütçelerimiz sınırlıdır. Bence devlet adamı; bu yetenekleri bulan ve ona değer vererek, değerlendirebilendir. Eğer bir ülkede üreten ve sancı sahibi olanları göremeyen bir yapı varsa Sinan’ın çizdikleri ancak kâğıt müsveddesi hükmünde bir proje olarak tozlu raflarda yerini alır. Bu hususu da ilgililerine duyurmak, hedeflerim arasındadır. Bu söyleşi inşallah bu hususun kavranmasına da vesile olur. Kültür Bakanlığımız, Milli Eğitim Bakanlığımız, Gençlik Bakanlığımız, TRT Kurumu, Diyanet Kurumu, Belediyeler ve hatta sivil inisiyatiflerden beslenen Vakıf, Dernek, Eğitim Kurumları ile özel televizyon kanallarına da bu konuda çok iş düşmektedir. Mesele, bizim için yüksekçe bir mimari yapının varlığından ziyade işlevini yerine getirecek bir ruhla bu milleti buluşturma meselesidir. Ruhun olmadığı beden bir cesettir. Düzenlenen yaz etkinliği eğitimlerinde bu tür görselleri ne yazık ki görememekteyiz. Eğitim materyallerimizin görsellerle de güçlendirilmesi gerekmektedir. Dijital kitaplar ve animasyon destekli görseller hususunda çalışmalar da başlattık ama bunlar yeterli şeyler değil. Buradan Köroğlu’na geçelim isterseniz… Kimdir Köroğlu? Efsane bir şahsiyet midir? İsyancı mıdır? Yoksa yiğit bir şair mi? Köroğlu Yunus’un sabrıdır. Dadaloğlu’nun haykırışıdır. Mazlum atın pek olan çiftesidir. Nede olsa onu atından ayrı düşünmek olmaz. Köroğlu, kaynayan dolu bir çömleğin fokurdayarak ağzını kapatan kapağı fırlatmasıdır. Radyatörün kaynatmasıdır ve yürüyen çarka giren çomaktır. Pire için yorganı yakmaktır. Hak bildiği yolda galip olmayı değil mücadeleyi göze almaktır. Kiziroğlu karşısında yenilişini yutkunarak da olsa eşine doğruca anlatmaktır. Güçsüzlüğünü bilerek, aczini idrak ederek edeple yükselmektir. Herkes şüphesiz meşrebince görür. O yüzden güzel dediğimiz, baktığımızda değil belki bakışımızdadır. Veysel’in de dediği gibi, “Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmazsa…” Bu sebeple ben Köroğlu’nu dağların gürleyerek esen bir yeli ve sayhası olarak bakıyor ve görüyorum. Bazen bir nara, zalimi diz üstüne çökertebilir. Köroğlu işte o naradır. Köroğlu nasıl ilgi alanınıza girdi? John Wayne kovboy filmlerinin en ünlü aktörlerinden birisidir. Hollywood onun filmleriyle şöhret oldu bence. Zalimlerle savaşan, kasabayı kötülerden koruyan Şerif de olabilirdi, “kötü” Şerif’i içeriye tıkan iyi bir kovboy da olabilirdi kendisi. Ama her ne şartta olursa olsun iyi kalmaya çalışan bir kovboydu. Ben de vestern filmlere hayranlıkla bakan bir çocuktum ve zaten tek bir kanalımız olduğu için Kara Şimşek ve kovboy filmlerinden başka da ilgimi çekecek bir içerik yoktu. Amerika için efsane olan bu aktörün kendisine ilham aldığı kişi olarak Köroğlu’dan bahsetmesi beni çok etkiledi. “Derya içinde deryanın kıymetini bilmezler” bu olsa gerek diye düşündüm. Kendi bağımızda gül yetişmeyeceğine inandırıldığımızdan bu yana bu bahçeleri göremez olduk. Bizim göremediğimizi kıtalar ötesinden birinin görmesi de kendi açımdan beni mahcup eden bir durumdu. Güneydoğu’nun dağları, eşkıya ve terörist dolu? Köroğlu’nu eşkıyadan ayıran vasıfları nelerdir? Eşkıyanın ölçüsü yoktur. Onu ne ile hangi kaynakla doğruya yönlendireceğini insan bilemez. Eşkıya için hedefe varılacak yolda her nesne ve yol mubahtır. Kahramanın Köroğlu gibi bir asaleti olur. Mesele kuru bir at ve hukuk davası değil bir hak mücadelesidir. Yeri geldiğinde atını çalmaya çalışan bir genci bile anlamaya çalışan bir yürektir. Güçten ziyade haklı olmaktır onun önemsediği. O yüzden Köroğlu gücün maşası değil, zalimlere karşı yükselen bir direniş ve umuttur. Gelenek bu anlamda bir mevzidir. O’nu eşkıyadan ayıran en önemli özelliği, O Anadolu’ya yaslanır ve oradan büyür. Büyütülmüş biri değil halkla beraber yürüyerek halkla birlikte büyüyen biridir. Nefsinin isteklerine yenildiği vakit durup düşünerek kendini sorgular ve hatasından döner, kardeşleriyle birlikte sofraya oturur ve ekmeğini paylaşır.   Kamuoyundaki Köroğlu algısıyla Köroğlu’nun hakiki şahsiyeti ne kadar örtüşüyor? Kamuoyundaki Köroğlu mert, asil, yiğit, korkusuz, dağlara sevdalı, ölümüne âşık, biraz hüzünlü, gerektiğinde sert bir mizaç gibi algılanıyor genelde. Gerçek şahsiyeti de neredeyse buna yakın diyebiliriz. Ama dağlarda aya ve yıldızlara bakan bir Köroğlu’da var. Güneşin doğuşuna ve batışına, serin suların çağıltısına şahitlik eden bir arayış da var, yaprakların nağmelerini dinleyen, toprak kokusunu içine çeken, son baharda ölen bir tabiatın, müjdeci rüzgâr ve dirilten rahmet yağmurları ile ilkbaharda dirilişini müşahede eden, topraktan fışkıran ruhu gören bir sancı da var şüphesiz. Ben bu yönünü milletimizin anlatmasa bile, böyle bir yiğidin ancak böyle iklimlerde ve böyle bir toprakta yetiştiğini bilen bir bilgiye sahip olduğuna inanıyorum. Sizce Köroğlu’na niçin böylesi bir misyon biçilmiş olabilir? Umut, bazen işkenceyi uzatan bir şey olsa bile insan yine de onsuz yaşayamaz. Her toplum dara düştüğünde ve tekrar ayağa kalkmak istediğinde bir itici güce ihtiyaç duyar. İtici güç buji gibi toplumu tetikler aynen bir marş dinamosu gibi bu tetikleme, asıl pistonu harekete geçiren motoru ateşleyebilirse anlam bulur. Kahramanlar tabiri caizse bir aydınlatma ünitesinin şalteridir. Elbet insana dair şeyler mekanik bir çözümle çözülemez. Teşbihte hatamız olsa da maksadımızın anlaşıldığına inanıyorum. Fakat kahraman, fantastik kurgularla topluma taşıyamayacağı bir akım da sunmaz. Kahraman “İşte ben sizden biri olarak buradayım ve etten kemikten yaratılan olarak bu sorunlarla baş ettim” der ve bize hikâyesiyle özgüven aşılar. Peki, Köroğlu deyince nasıl bir karakter anlamamız gerekiyor? Bu tür soruları cevaplamaya çok yetkin bir yerde durduğumu düşünmemekle birlikte ben Köroğlu’nu fantastik bir masal kahramanı olarak değil, birlikte pikniğe gidebileceğimiz, futbol oynayabileceğimiz, bir kızı sevdiğimizde sır verebileceğimiz, harçlığı bitince rahatlıkla kendisine başvurabileceğimiz, sırt sırta verip birlikte kavga verebileceğimiz gerçek bir şahsiyet ve ağabey gibi anlamaktan yanayım. Köroğlu bir sembol de olabilir ama Köroğlu’nu aratmayacak daha çok hikâyeler de var bu topraklarda. Şimdi çocuklarımızın oynayabileceği bir kahramanları yok ve sevdikleri ve hayran olduğu karakterden yoksun büyüyorlar. Oysa Köroğlu hâlâ yaşayan bir karakterdir. Can çekişmesi, öldüğünü göstermez bize. Aslında çocukların ilk kahramanı babası ve annesidir. Kim bilir bu misyonu hatırlamadığımız için kahramanlara sığınan bir sorumsuzlukla bu halk kahramanlarını oluşturduk belki de. Gerçekten, dediğim gibi bunlara cevap verebilecek bir yerde değilim ve bunu da tevazu olsun diye söylemiyorum. Köroğlu ile ilgili bir animasyon filmi hazırladınız. Eserinizde nasıl bir Köroğlu karakteri ortaya koydunuz? Hayır, Köroğlu ile ilgili bir film değil hazırladığımız şey, bir tanıtım animasyonu. Ama inşallah dediğiniz de olur hocam. Hazırladığımız sunum ve animasyonda yazılı ve sözlü edebiyatı esas aldık. Bunların bir kısmı menkıbe olsa da halkın özümsediği kişiler olduğu gerçeğini bana unutturmadı. Bu karakterler bir edebiyat sembolü olmaktan çıkarak bir kimliğe dönüşüyor. Biz de bu coğrafyanın hikâyelerinde, şiirlerinde, türkülerinde ortaya çıkan ve takdir edilen Köroğlu kimliğini yansıtmaya gayret ettik. Herkesçe malum olduğu üzere Köroğlu “Delik demir icat oldu mertlik bozuldu” diyor. Bugünün cemiyetindeyse mertlikle beraber insanı insan; toplumu toplum yapan pek çok umde ve haslet de erozyona uğradı. Medyadan takip etmişsinizdir, geçtiğimiz günlerde İstanbul’da 15 kişilik bir esnaf takımı Kuveyt asıllı İrlandalı bir turisti dövmeye kalkmış, ardından dükkânlarındaki hesapları Aksaray’a uymamıştı! Osmanlı döneminde bu tip esnaf güruhunun pabuçları dama atılırdı. Bu gidiş nereye?   Şener Şen’in oynadığı Kabadayı filminde dediğiniz hususa aslında biraz değinildi. Artık haklı olmak ve Hakk için mücadele vermek bayraklaştırılmıyor. Güç ve güçle birlikte elde edilen geçici dünya nimetleri bayraklaştırıldığı için günümüz insanı “Üryan geldim gene üryan giderim” diyen Karacaoğlan’ı anlayamıyor. Köroğlu ve Dadaloğlu bu dili bilen ve bu dille yetişen bir kişilik. Çünkü bu coğrafyanın türküleri hepsinin gönlünü mayalamıştır. Âşıklar almazlar, hep kendinden verirler. İhtirasla, hakkı olana bile el uzatmazlar. Bu aşk terbiyesine erişemeyen şehitliği ve mücadele etiğini anlayamaz. O yüzden ah edene kılıç kalkmaz. O yüzden asla çoluğa, çocuğa, kadına, kızana, elçiye, misafire dokunulmaz. O yüzden bu inanç ve terbiye “Ölürken ben kazandım” diyecek bir yiğitliği görür ve kendine rehber kılar. Şu an görünen şey belki iyiye gitmediğimize dair bir kanı oluştursa bile bu ülke yeni bir kahramanlığa tüm insanlık adına imza atmaya adaydır ve bu doğum sancısı ise epey diş sıkmamızı gerektirecek kadar da zorlu bir yoldur. Kahramanlığın bir bedeli vardır öyle kuru kuru civanmertlik davası elbet olmaz. İşte bu gebelik halinin savrulmalarını yaşıyoruzdur inşallah diyerek gidişimizin daha iyiye olacağına inanmak istiyorum. Muhataplarınıza bu filmle nasıl bir mesaj iletmek istiyorsunuz? Dediğim gibi böyle bir film ancak proje olarak bende karşılık bulabiliyor. Böyle bir projeyi gerçekleştirmek bize nasip olmasa da bu işe kalkışan her dosta, arkadaşa destek vermeyi bir görev bilirim. Bir sinema karakterinin taktığı maskeyi yüzüne takan genç farklı bir inanç ve dünyanın diliyle polisimize ve askerimize taş atıyor. Biz kendi kahramanlarımızı gelecek kuşaklara anlatamadığımız vakit bu iş Hollywood’un toplum mühendislerine emanet edilmiş olur. Ve tüm bilim kurgu filmlerinin kobayı oluruz. Cesur Yürek gibi birkaç iyi film eşliğinde, binlerce işe yaramaz görselle zihinlerimiz kuşatılır ve kumarhane işleten soysuzları gösterip, kumarbazdan çalan hırsızlığı meşru ve hakmış gibi bize algılatırlar. Farkında olmadan özendirdikleri hırsızları, kalpazanları, üçkâğıtçıları kahraman zannederiz. İşte tam da burada bu genci anlayan ve ruhunu yakalayan bir dil inşa etmemiz gerekiyor. Bu bağlamda elimizde neler var? Elimizde bu tür eserler adına bahsedebileceğimiz birkaç örnek var ama yeterli değil tabii ki. Bunlardan en şöhretlisi ve iyilerden birisi herhalde Ömer Muhtar’ın hayatını anlatan Çöl Aslanı filmidir. Ne acı ki Ömer Muhtar rolünü bile bir Hollywood aktörü canlandırdı ayrıca o dönemde bu karakteri oynayacak neredeyse hiçbir yeteneğimizde yoktu. Bu örnek bile ne demek istediğimizi inşallah bir nebze anlatmıştır. İlginiz için teşekkür ederim. Hocam, bize bu sorunları dillendirme fırsatı sunduğunuz için size çok teşekkür ederim. İnşallah bu söyleşi hayırlara vesile olur.
Yabancı ülkelerin yayınladığı çizgi filmlerle değerlerimizden gittikçe uzaklaşan çocuklarımızı asıl benliğimize yönlendiren çizgi filmlerin yayınlandığı TRT Çocuk Kanalı’nın mutfağında hemşerimiz Aziz Karakuş var.

TRT Çocuk ’ta yayınlanan Emiray ve Elif'in Güçleri çizgi filmlerinin, TRT Diyanet’te yayınlanan Şeker Hoca'nın, TRT Avaz’da çizgi anlatılarda belgesel şeklinde geçmişimizde yer alan önemli şahsiyetleri tanıtan yapımların Genel Yayın Yönetmenliğini sürdüren, film ve animasyon alanında yarattığı kendine has karakterlerle, değerlerimiz ve gençler arasında köprü kurmayı başaran Belediye’de Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü’nü yürüten Aziz Karakuş’un bilinmeyen mesleği ile ilgili yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz.Dünya Bülteni’nden İbrahim Ethem Gören’e konuşan Karakuş’un o röportajı;

İbrahim ethem Gören: Aziz Bey kardeşim kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Aziz Furkan Karakuş: 1977 yılında Konya’da dünyaya gelmişim. İlkokulu Seydişehir’de okudum. Daha sonra gurbete çıkıp tahsil hayatıma devam ettim. İşçi bir ailenin çocuğuyum. Zor ama güzel olan bir çocukluk ve gençliğim var. Evli ve iki çocuk babasıyım. Konya’da faaliyet gösteren bir animasyon şirketinde çizgi film, animasyon konusunda içerik üretimi ve editörlük yapıyorum.

Animasyon merakınız nasıl başladı? Nasıl devam ediyor?

Bizim çocukluğumuzda seyredebileceğimiz herhangi bir yerli yapım çizgi film yoktu. Belki de vardı ama ya biz ona ya da o eser bize ulaşamıyordu. Çocukları en fazla kahramanlar etkiler. Sezai Karakoç’un çocukluğumuz isimli şiiri beni hep etkilemiştir. Neden değerlerimizi ve rol model olacak hikâye ve kahramanlarımızı çocuklarımıza anlatamıyorduk? Neden gençlerimiz Amerikan tarzı sinema ile hırsızları bir kahraman olarak görüyordu? Neden hanemizin içindeki göz bebeklerimiz örümcek adam değil de Spınder Man diyerek en pespaye ürünleri bize en pahalı şekilde psikolojik bir baskı kurarak aldırabiliyordu ve o sahte kahramanlara özeniyordu? Çocuklarımızın sanal bir dünyada yok olması ve gerçekliği ıskalaması elbet bizim kayıtsız kalacağımız bir şey olamaz. Bu sancılarla ve hayallerle yola çıktık. Allah utandırmaz inşallah.

İnşallah. Animasyonda ne arıyorsunuz?

Sanat, edebiyat, sinema güzeli bulma uğraşı gibi tanımlarla anlatılsa da bu sancının bugün yaşadığımız dünyada karşılığı çok cılız bir sestir. Hatta bu sesi büyütmeye çalışanların bir kısmı feraset yoksunu bir yerde durarak canavarı şirinleştirebilir belki de. Artık bu güzellikler çirkinlikleri örtmek için kullanılan enstrümanlara dönüşmüştür. Ve algı savaşlarının silahına dönüşerek, tetikçi bir yere savrulmuştur. Böyle bir hengâmede çocuklarımızı korumak ve onlara doğruyu aktarmak bizim için elzem olmaktan öte bir beka ve varoluş meselesidir… Tamda böyle bir yerde sorumluluktan kaçarak, topa girmemek vicdan sahibi bir insana yakışmazdı. Animasyonda aradığımız şey çocuklarımızın işgal edilen zihnini kurtarma arzusu ve inançla yoğrulmuş bir gelenekten beslenerek, geleceğin Mimar Sinan, Yunus Emreleri arasında bir köprü kurmaktır.

Aradıklarınızın ne kadarını buldunuz?

Neredeyse hiçbirini bulamadım.

Neden?

Çünkü biz daha görünen bir filiz değiliz. Ama görünmemek toprak altında kök tutarak var olmadığımız anlamına da gelmemeli. Bir gün bu çalışmalarımızın filiz vereceğine inanıyorum. Çınarın tohumda gizli olduğuna inanıyorum. Bugün bizden önceki iyi insanların diktiği ağacın altında gölgeleniyorum. İnşallah bugün attığımız temeller üzerinden yetişen ağacın altında bir gün bizim çocuklarımızın ve gençlerimizin de soluklanacağına inanıyorum.

Ama ağabeylerimizden öğrendiğimiz bir şey de arayanların bulacağıdır. Arayanlar bulamasa da, bulanlar arayanlardır düsturu ile çabalamak bizim sorumluluğumuzdur. Kısacası biz bulamasak bile inşallah bizden sonraki nesiller bulacak ve görecektir diye umuyorum. Önemli olan bu yapıya bir tuğla koyabilmektir.

Şimdiye kadar bu alanda neler yaptınız? Hangi karakterleri canlandırdınız? Hangi senaryoları yazdınız?

Öncelikle böyle zorlu bir süreçten geçerken milli birlik ve bizi biz yapan değerleri işlememiz gerekiyordu. Bir millet ne ile bir millet olur? Dini ile mi, dili ile mi, yaşadığı hayat ile mi, ortak bir tarih ile mi, yaşadığı coğrafya ile mi, idealleri ile mi, biyolojik özelikleri ile mi, folklar ve kültürel öğeler ile mi; yoksa hepsi ile mi derken, bu sorulara bir yerden sonra son verdik. Peki, millet denilen şey ama nasıl bir beden ve ruh olmuştu. Bu meselenin öyle kolayca bir çırpıda cevap verilemeyecek sorulardan ve sorunlardan oluştuğunu gördük. Arkadaşlarla bu işin içinden hiç de kolay bir şekilde çıkamayacağımızı kavradık. Ama bu milleti millet kılan ruhun; ete kemiğe bürünüp toplumda bilgece yaşayan bir kişilik karşılığı da vardı. İster abartılı hikâyeler olsun, ister tarihsel zaman ve mekân yanlışlıkları barındırsın hiçbir durum, Anadolu İnsanına bu şahısları unutturamamıştı. Bu ölmeyen ve öldürülemeyen ölüler ya da kimine göre “Ölümü öldürenler kimdir?” diye merak ettik ve sesli sorular sorduk. Bu kişiler bu toplumun değerlerinin somutlaşmış haliydi. Dede Korkut, Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaşi Veli, Nasreddin Hoca, Yunus Emre, Âşık Veysel, Neşet Ertaş gibi bu coğrafyanın avazı olan, kadim bir geleneği bize aktaran, şahsiyetler üzerinden düşüncelerimizi aktarmaya çalıştık. Diğer yandan TRT Çocuk Kanalına ise Elif’in Düşleri isimli bir animasyon içerik de üretiyoruz. Ayrıca çekmiş olduğumuz belgeseller ve çekmeye devam ettiklerimizde bulunmakta.

Ne tür belgesellerden bahsediyorsunuz?

Bu belgeseller doğa ve tarih üzerinde yoğunlaştığımız bir düzlemdedir genellikle.

Bundan sonraki hedefleriniz nelerdir?

Hocam, her ne kadar siz bize sorsanız bile bizim de sorularımız bitmiş değil. Neden Çanakkale ile ilgili bir animasyonumuz yok? Neden Osmanlı ve Selçukluyu anlatacak bir çizgi film üretecek sancımız yok?

Gördüğünüz gibi Diriliş Ertuğrul diye bir dizi yapıldı ve nasıl yankı buldu bütün millette. Neden Köroğlu ve Dadaloğlu’nu anlatan bir sinemamız yok. Bahsettiğim kişiler bir hayal ürünü değil tarihsel bir şahsiyet olarak varlık bulan gerçeklerdir. Batı, var olmayanı sinema ile oluşturup hayat verirken; biz elimizde var olanı sanal bir algıda kurban vererek ölüm fermanlarına ellerimizle mühür vuruyoruz.

Sanal olan gerçeği mahkûm etmiştir. Sahte olan doğruluğu minderde köprü vaziyetine getirmiştir. Ama bunların hiçbiri bizim için gayretsizliklerimizden daha büyük bir pranga ve bukağı değildir ve olamaz da... Hedeflerimizin başında sanatın ve sinemanın masum olmayan bu yüzünü göstererek, rayından çıkmış bu yapının doğru temeller üzerinden yol almasına vesile olacak işlere imza atmak var. İnşallah bu sihrin ve yalanın insanların gözlerini kamaştırdığı bir yer ve zamanda, bunca illüzyonu, yalanı ve yılanı yutacak asanın kırık bir sedef kakması olmayı Allah bize vesile kılar. Ama şunu da belirtmek isterim ki siz Mimar Sinan gibi bir yetenek de olsanız, çizdiğiniz proje Süleyman gibi bir sultanla hayat bulabilir. Hayallerimiz sınırsız olsa bile en nihayetinde bütçelerimiz sınırlıdır. Bence devlet adamı; bu yetenekleri bulan ve ona değer vererek, değerlendirebilendir. Eğer bir ülkede üreten ve sancı sahibi olanları göremeyen bir yapı varsa Sinan’ın çizdikleri ancak kâğıt müsveddesi hükmünde bir proje olarak tozlu raflarda yerini alır. Bu hususu da ilgililerine duyurmak, hedeflerim arasındadır. Bu söyleşi inşallah bu hususun kavranmasına da vesile olur.

Kültür Bakanlığımız, Milli Eğitim Bakanlığımız, Gençlik Bakanlığımız, TRT Kurumu, Diyanet Kurumu, Belediyeler ve hatta sivil inisiyatiflerden beslenen Vakıf, Dernek, Eğitim Kurumları ile özel televizyon kanallarına da bu konuda çok iş düşmektedir.

Mesele, bizim için yüksekçe bir mimari yapının varlığından ziyade işlevini yerine getirecek bir ruhla bu milleti buluşturma meselesidir. Ruhun olmadığı beden bir cesettir. Düzenlenen yaz etkinliği eğitimlerinde bu tür görselleri ne yazık ki görememekteyiz. Eğitim materyallerimizin görsellerle de güçlendirilmesi gerekmektedir. Dijital kitaplar ve animasyon destekli görseller hususunda çalışmalar da başlattık ama bunlar yeterli şeyler değil.

Buradan Köroğlu’na geçelim isterseniz… Kimdir Köroğlu? Efsane bir şahsiyet midir? İsyancı mıdır? Yoksa yiğit bir şair mi?

Köroğlu Yunus’un sabrıdır. Dadaloğlu’nun haykırışıdır. Mazlum atın pek olan çiftesidir. Nede olsa onu atından ayrı düşünmek olmaz. Köroğlu, kaynayan dolu bir çömleğin fokurdayarak ağzını kapatan kapağı fırlatmasıdır. Radyatörün kaynatmasıdır ve yürüyen çarka giren çomaktır. Pire için yorganı yakmaktır. Hak bildiği yolda galip olmayı değil mücadeleyi göze almaktır. Kiziroğlu karşısında yenilişini yutkunarak da olsa eşine doğruca anlatmaktır. Güçsüzlüğünü bilerek, aczini idrak ederek edeple yükselmektir.

Herkes şüphesiz meşrebince görür. O yüzden güzel dediğimiz, baktığımızda değil belki bakışımızdadır. Veysel’in de dediği gibi, “Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmazsa…” Bu sebeple ben Köroğlu’nu dağların gürleyerek esen bir yeli ve sayhası olarak bakıyor ve görüyorum. Bazen bir nara, zalimi diz üstüne çökertebilir. Köroğlu işte o naradır.

Köroğlu nasıl ilgi alanınıza girdi?

John Wayne kovboy filmlerinin en ünlü aktörlerinden birisidir. Hollywood onun filmleriyle şöhret oldu bence. Zalimlerle savaşan, kasabayı kötülerden koruyan Şerif de olabilirdi, “kötü” Şerif’i içeriye tıkan iyi bir kovboy da olabilirdi kendisi. Ama her ne şartta olursa olsun iyi kalmaya çalışan bir kovboydu. Ben de vestern filmlere hayranlıkla bakan bir çocuktum ve zaten tek bir kanalımız olduğu için Kara Şimşek ve kovboy filmlerinden başka da ilgimi çekecek bir içerik yoktu. Amerika için efsane olan bu aktörün kendisine ilham aldığı kişi olarak Köroğlu’dan bahsetmesi beni çok etkiledi. “Derya içinde deryanın kıymetini bilmezler” bu olsa gerek diye düşündüm. Kendi bağımızda gül yetişmeyeceğine inandırıldığımızdan bu yana bu bahçeleri göremez olduk. Bizim göremediğimizi kıtalar ötesinden birinin görmesi de kendi açımdan beni mahcup eden bir durumdu.

Güneydoğu’nun dağları, eşkıya ve terörist dolu? Köroğlu’nu eşkıyadan ayıran vasıfları nelerdir?

Eşkıyanın ölçüsü yoktur. Onu ne ile hangi kaynakla doğruya yönlendireceğini insan bilemez. Eşkıya için hedefe varılacak yolda her nesne ve yol mubahtır. Kahramanın Köroğlu gibi bir asaleti olur. Mesele kuru bir at ve hukuk davası değil bir hak mücadelesidir. Yeri geldiğinde atını çalmaya çalışan bir genci bile anlamaya çalışan bir yürektir. Güçten ziyade haklı olmaktır onun önemsediği. O yüzden Köroğlu gücün maşası değil, zalimlere karşı yükselen bir direniş ve umuttur. Gelenek bu anlamda bir mevzidir. O’nu eşkıyadan ayıran en önemli özelliği, O Anadolu’ya yaslanır ve oradan büyür. Büyütülmüş biri değil halkla beraber yürüyerek halkla birlikte büyüyen biridir. Nefsinin isteklerine yenildiği vakit durup düşünerek kendini sorgular ve hatasından döner, kardeşleriyle birlikte sofraya oturur ve ekmeğini paylaşır.

 

Kamuoyundaki Köroğlu algısıyla Köroğlu’nun hakiki şahsiyeti ne kadar örtüşüyor?

Kamuoyundaki Köroğlu mert, asil, yiğit, korkusuz, dağlara sevdalı, ölümüne âşık, biraz hüzünlü, gerektiğinde sert bir mizaç gibi algılanıyor genelde. Gerçek şahsiyeti de neredeyse buna yakın diyebiliriz. Ama dağlarda aya ve yıldızlara bakan bir Köroğlu’da var. Güneşin doğuşuna ve batışına, serin suların çağıltısına şahitlik eden bir arayış da var, yaprakların nağmelerini dinleyen, toprak kokusunu içine çeken, son baharda ölen bir tabiatın, müjdeci rüzgâr ve dirilten rahmet yağmurları ile ilkbaharda dirilişini müşahede eden, topraktan fışkıran ruhu gören bir sancı da var şüphesiz. Ben bu yönünü milletimizin anlatmasa bile, böyle bir yiğidin ancak böyle iklimlerde ve böyle bir toprakta yetiştiğini bilen bir bilgiye sahip olduğuna inanıyorum.

Sizce Köroğlu’na niçin böylesi bir misyon biçilmiş olabilir?

Umut, bazen işkenceyi uzatan bir şey olsa bile insan yine de onsuz yaşayamaz. Her toplum dara düştüğünde ve tekrar ayağa kalkmak istediğinde bir itici güce ihtiyaç duyar. İtici güç buji gibi toplumu tetikler aynen bir marş dinamosu gibi bu tetikleme, asıl pistonu harekete geçiren motoru ateşleyebilirse anlam bulur. Kahramanlar tabiri caizse bir aydınlatma ünitesinin şalteridir. Elbet insana dair şeyler mekanik bir çözümle çözülemez. Teşbihte hatamız olsa da maksadımızın anlaşıldığına inanıyorum. Fakat kahraman, fantastik kurgularla topluma taşıyamayacağı bir akım da sunmaz. Kahraman “İşte ben sizden biri olarak buradayım ve etten kemikten yaratılan olarak bu sorunlarla baş ettim” der ve bize hikâyesiyle özgüven aşılar.

Peki, Köroğlu deyince nasıl bir karakter anlamamız gerekiyor?

Bu tür soruları cevaplamaya çok yetkin bir yerde durduğumu düşünmemekle birlikte ben Köroğlu’nu fantastik bir masal kahramanı olarak değil, birlikte pikniğe gidebileceğimiz, futbol oynayabileceğimiz, bir kızı sevdiğimizde sır verebileceğimiz, harçlığı bitince rahatlıkla kendisine başvurabileceğimiz, sırt sırta verip birlikte kavga verebileceğimiz gerçek bir şahsiyet ve ağabey gibi anlamaktan yanayım. Köroğlu bir sembol de olabilir ama Köroğlu’nu aratmayacak daha çok hikâyeler de var bu topraklarda. Şimdi çocuklarımızın oynayabileceği bir kahramanları yok ve sevdikleri ve hayran olduğu karakterden yoksun büyüyorlar. Oysa Köroğlu hâlâ yaşayan bir karakterdir. Can çekişmesi, öldüğünü göstermez bize. Aslında çocukların ilk kahramanı babası ve annesidir. Kim bilir bu misyonu hatırlamadığımız için kahramanlara sığınan bir sorumsuzlukla bu halk kahramanlarını oluşturduk belki de. Gerçekten, dediğim gibi bunlara cevap verebilecek bir yerde değilim ve bunu da tevazu olsun diye söylemiyorum.

Köroğlu ile ilgili bir animasyon filmi hazırladınız. Eserinizde nasıl bir Köroğlu karakteri ortaya koydunuz?

Hayır, Köroğlu ile ilgili bir film değil hazırladığımız şey, bir tanıtım animasyonu. Ama inşallah dediğiniz de olur hocam. Hazırladığımız sunum ve animasyonda yazılı ve sözlü edebiyatı esas aldık. Bunların bir kısmı menkıbe olsa da halkın özümsediği kişiler olduğu gerçeğini bana unutturmadı. Bu karakterler bir edebiyat sembolü olmaktan çıkarak bir kimliğe dönüşüyor. Biz de bu coğrafyanın hikâyelerinde, şiirlerinde, türkülerinde ortaya çıkan ve takdir edilen Köroğlu kimliğini yansıtmaya gayret ettik.

Herkesçe malum olduğu üzere Köroğlu “Delik demir icat oldu mertlik bozuldu” diyor. Bugünün cemiyetindeyse mertlikle beraber insanı insan; toplumu toplum yapan pek çok umde ve haslet de erozyona uğradı. Medyadan takip etmişsinizdir, geçtiğimiz günlerde İstanbul’da 15 kişilik bir esnaf takımı Kuveyt asıllı İrlandalı bir turisti dövmeye kalkmış, ardından dükkânlarındaki hesapları Aksaray’a uymamıştı! Osmanlı döneminde bu tip esnaf güruhunun pabuçları dama atılırdı. Bu gidiş nereye?

 

Şener Şen’in oynadığı Kabadayı filminde dediğiniz hususa aslında biraz değinildi. Artık haklı olmak ve Hakk için mücadele vermek bayraklaştırılmıyor. Güç ve güçle birlikte elde edilen geçici dünya nimetleri bayraklaştırıldığı için günümüz insanı “Üryan geldim gene üryan giderim” diyen Karacaoğlan’ı anlayamıyor. Köroğlu ve Dadaloğlu bu dili bilen ve bu dille yetişen bir kişilik. Çünkü bu coğrafyanın türküleri hepsinin gönlünü mayalamıştır. Âşıklar almazlar, hep kendinden verirler. İhtirasla, hakkı olana bile el uzatmazlar. Bu aşk terbiyesine erişemeyen şehitliği ve mücadele etiğini anlayamaz. O yüzden ah edene kılıç kalkmaz. O yüzden asla çoluğa, çocuğa, kadına, kızana, elçiye, misafire dokunulmaz. O yüzden bu inanç ve terbiye “Ölürken ben kazandım” diyecek bir yiğitliği görür ve kendine rehber kılar. Şu an görünen şey belki iyiye gitmediğimize dair bir kanı oluştursa bile bu ülke yeni bir kahramanlığa tüm insanlık adına imza atmaya adaydır ve bu doğum sancısı ise epey diş sıkmamızı gerektirecek kadar da zorlu bir yoldur. Kahramanlığın bir bedeli vardır öyle kuru kuru civanmertlik davası elbet olmaz. İşte bu gebelik halinin savrulmalarını yaşıyoruzdur inşallah diyerek gidişimizin daha iyiye olacağına inanmak istiyorum.

Muhataplarınıza bu filmle nasıl bir mesaj iletmek istiyorsunuz?

Dediğim gibi böyle bir film ancak proje olarak bende karşılık bulabiliyor. Böyle bir projeyi gerçekleştirmek bize nasip olmasa da bu işe kalkışan her dosta, arkadaşa destek vermeyi bir görev bilirim. Bir sinema karakterinin taktığı maskeyi yüzüne takan genç farklı bir inanç ve dünyanın diliyle polisimize ve askerimize taş atıyor. Biz kendi kahramanlarımızı gelecek kuşaklara anlatamadığımız vakit bu iş Hollywood’un toplum mühendislerine emanet edilmiş olur. Ve tüm bilim kurgu filmlerinin kobayı oluruz. Cesur Yürek gibi birkaç iyi film eşliğinde, binlerce işe yaramaz görselle zihinlerimiz kuşatılır ve kumarhane işleten soysuzları gösterip, kumarbazdan çalan hırsızlığı meşru ve hakmış gibi bize algılatırlar. Farkında olmadan özendirdikleri hırsızları, kalpazanları, üçkâğıtçıları kahraman zannederiz. İşte tam da burada bu genci anlayan ve ruhunu yakalayan bir dil inşa etmemiz gerekiyor.

Bu bağlamda elimizde neler var?

Elimizde bu tür eserler adına bahsedebileceğimiz birkaç örnek var ama yeterli değil tabii ki. Bunlardan en şöhretlisi ve iyilerden birisi herhalde Ömer Muhtar’ın hayatını anlatan Çöl Aslanı filmidir. Ne acı ki Ömer Muhtar rolünü bile bir Hollywood aktörü canlandırdı ayrıca o dönemde bu karakteri oynayacak neredeyse hiçbir yeteneğimizde yoktu. Bu örnek bile ne demek istediğimizi inşallah bir nebze anlatmıştır.

İlginiz için teşekkür ederim.

Hocam, bize bu sorunları dillendirme fırsatı sunduğunuz için size çok teşekkür ederim. İnşallah bu söyleşi hayırlara vesile olur.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve toroslargazetesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.