Ha Ayakkabı Kutusu ,Ha Baklava Kutusu
Ha Ayakkabı Kutusu ,Ha Baklava Kutusu
Nilüfer Özpolat Köşe Yazısı
Nilüfer Özpolat Köşe Yazısı
Yenicamii cocuğuyum ben, bağarasında yaşadım en güzel günlerimi … Çok şükür; tabletsiz, laptopsuz, konsolsuz, sanal gerçeksiz güzel günlerdi.
Sokaklar da inin cinin top oynadığı bu zamanların tam aksine, her sabah pijamaları üzerinde sokağa koşan,
acıktıkça ekmeğe salça sürüp karnını doyuran ,
gecenin geç saatlerin de “Artık başım bu gürültüyü kaldırmıyor” diye nara atan bir amcanın sesiyle evlere dönen çocuklardık.
Yakan top oynadık.
Karşı grubun en çevik üyesini, topumuzla vurana kadar gayret ettik…
Evet yakan top oynadık. Ama ne orman, ne de otel yaktık.
Hele otel yapılsın diye orman yakanları hiç tanımadık.
5 taş oynadık.
Yukarıya attığımız taş yere düşene kadar, bir bir topladık diğer taşları yerden .
Baş parmağımız ve işaret parmağımız arasını köprü yaptık.
Havaya attığımız taşın düşme hızı ile köprünün altından taş geçirme hızımızı hesapladıkta;
Itibarımız için 5 uçakla gezilere gidebilecek büyüklerimiz olacağını veya kendisini hiç görmediğimiz köprülerin parasını ödeyeceğimizi hiç hesaba katmadık.
İp atladık. Ipin uçlarından tutup salladı arkadaşlarımız, sırayla içeri girip dönüp duran ipin içinde zıpladık, eğlendik, neşelendikte;
Gelecek günler de ipi hep halkın sallayacağını, eğlenip gülenlerinde seçilmiş azınlık olacağını ön göremedik.
Sandalye kapmaca oynadık.
Öğretmen müziği kapatınca en yakın sandalyeye oturanlar kazanıyordu. Ayakta kalan tek kişi eleniliyordu.
Su gibi aktı zaman. Oyun değişti.
Bazıları sandalyelere sımsıkı bağlandı.
Bu bağlanan sandalye babadan oğula, dayıdan yeğene aktarıldı.
Adamını bulana sandalye ayarlandı.
Müzik çalarken de , kapatılınca ayakta kalan hep gariban vatandaştı.
El ele tutuştuk. En saf, en temiz duygularla bağırdık.
“ Kutu kutu pense,
Elmayı yense,
Arakadaşım Ayşe
Arkasına dönse ”
Sırası gelen arkasına döndü.
Yine aynı sevgi ve güvenle, sıramız geldikçe, ismimiz söylendikçe yüzümüzü tekrardan döndük birbirimize…
Ve büyüdük, büyüdük… Kutu kutu pense, kutu kutu paralara bıraktı yerini,
Arkadaşımız vatandaştan arkasına dönmesi, gözlerini yumması istendi.
Baklava kutuları, ayakkabı kutularıyla yarışa girdi.
Bizim kavgamız, kaygımız hiç bir zaman; hakkımız, emeğimiz, alınterimiz geleceğimiz olmadı…
Kavgalar ;
“Sizinkiler yaptı , sıra bizimkilerde”den öteye bir türlü geçemedi.
Kardeş birlikteliğiyle halka şeklinde oturduk;
“Yağ satarım, bal satarım, ustam öldü ben satarım.” diye şarkılar söyledik, alkış tutarak.
Ebe elinde ki mendili bir arkadaşın arkasına bıraktı. Hep birlikte bağırdık;
“Zambak, zumbak dön arkana iyi bak.”
Herkes döndü arkasına baktı, mendil bende mi? diye…
Mendili kapan koştu ebe arkadaşımızın peşinden.
Yine yükselttik seslerimizi;
“Tavşan kaç, tazı tut. Tavşan kaç, tazı tut .”
Günü geldi, yağ sattık, yeri geldi bal sattık ama memleketimizi asla satmadık.
“Zambak zumbak dön arkana iyi bak” sözleri kimseyi etkilemedi.
Kimse arkamızdan ne işler dönüyor diye merak etmedi.
Tüm oyunlar gözlerimizin içine bakıla bakıla, önümüzde, meydanlarda sergilendi.
Kaçan tavşanında, kovalayan tazınında ipinin aynı el de olduğu belgelendi.
Kör ebe oynadık. Kimse kör olmak istemiyordu.”Portakalı soyduk, baş ucumuza koyduk. Bir yalan uydurduk.”
Kör ebeyi bulduk. Gözlerini kapadık. Etrafa yayıldık. Yakalananı ebe yaptık.
Gel zaman, git zaman hepimiz kör olduk.
Gözlerimizi oyalı yazmalarla sıkıca bağladık .
Sağır ettik işiten kulaklarımızı, lal ettik şakıyan dillerimizi…
Hakikate kör ve sağır, haksızlıklara dilsiz şeytandık…
Oyuna, oynaşa daldık. Bu hep böyle gidecek sandık.
15 asır öncesinden beri semalarda yankılanan bir ayet teselli oldu, farkında olan yüreklere ;
(Ey insan!) Sakın sanma ki; Allah zalimlerin yaptıklarından gafil (habersiz ve ilgisiz)dir. Sadece onları, gözlerin dehşetle döneceği (korku ve şaşkınlıktan bakışlarına baygınlık geleceği) bir güne kadar ertelemektedir.
(İbrahim Suresi 42)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.