Muhammed Kemal ERDEM
Köşe Yazarı
Muhammed Kemal ERDEM
 

KONYA’DA UNUTULAN BİR DEĞER ; ŞEYHZADE AİLESİ 1

    Değerli Dostlar. Anadolu Selçukluları tarafından Konya – Alanya güzergahı üzerinde yapılan ilk kervansaray , Selçuklu devlet adamı Şemseddin Altunaba tarafından 1202 yılında yaptırılan Altunaba Hanı’dır. Yüzyıllar boyu yoldan geçenleri ağırlayan han, 1950li yıllarda  bulunduğu vadiye yapılan baraj ile sular altında kalmış ve barajın adını bu han vesilesiyle aldığı bile unutulmuştur. Nitekim baraj sularının  çekilmesi ile yıllardır suların gizlediği han yeniden ortaya çıkmıştır.  İşte  Konya’nın maddi ve manevi eğitimine yönelik katkıları sebebiyle “Şeyhzade Ailesi “ olarak anılan Nakşibendi Şeyhi  Memiş Efendi ve ahfadı da adeta suların derininde gizlenen Altunaba Hanı gibi yeniden gün yüzüne çıkacağı günü bekliyor. Suları azaltacak kudretimiz olmasa da yaklaşık  10  hafta sürmesini planladığım bu yazı dizisiyle, ailenin Konya’da bıraktıkları eser ve etkileri anlatmaya gayret edeceğiz. Dilerseniz, öncelikle Nakşibendiliğin tarihi serüveni hakkında ön bir bilgi verelim. Horasan menşei Sünni tarikatlardan biri olan Nakşibendilik, kurucusu Bahaeddin-i Nakşibend’e (ö 1389) nispetle bu isimle tanınmıştır. Tarikatın temeli  Yusuf el-hemedani tarafından kurulan Hacegan tarikatına dayanır Tarikat ilk olarak Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı coğrafyasına giriş yapmış,  II. Bayezid döneminde ise Sünnilik hassasiyeti sayesinde kolayca zemin bulmuştur. Tarikatın geniş bir çevreye yayılması ise 18. Yüzyılda Mevlana Halid-i Bağdadi’nin  Osmanlı coğrafyasına gönderdiği, 116 halifesi sayesinde olmuştur. İşte o halifelerden birisi de soyu peygamber efendimize dayanan Muhammed Kutsi Bozkır-i, yaygın ismi ile Memiş Efendi’dir. 18. Yüzyıldan itibaren İslam toplumlarının modernite ile yüzleşmesine Nakşiler eğitim ile karşı koyabileceklerini düşünerek Konya’da birbiri ardına medreseler açmışlardır. Bu eğitim kurumlarından en bilineni, kendisi de Nakşibendi tarikatına mensup olan, Ebu Bekir Sami Paşa tarafından 1846 yılında bugünkü Konya Merkez Bankasının olduğu yerde açılan ve 1924 yılında yıktırılan Bekir Sami Paşa Medresesi’dir. 1862 yılında medreseye Başmüderris olarak Memiş Efendi’nin oğlu Muhammed Bahaüddin Efendi atanmış, ölümü sonrası ise yerine oğlu Şeyhzade Ahmet Efendi geçmiştir. Bahaüddin Efendinin oğulları Zeynelabidin, Rıfat ve Şeyzade Ahmet Efendi , klâsik usul medreselerin gözden düştüğü bu dönemde ıslah edilmiş modern bir medrese düşüncesini hayata geçirmişlerdir. Dini eğitim ile modern batı ilimlerinin bir arada öğretildiği yeni nesil bir  medrese olan Islah-ı Medaris’i kurmuşlardır. O dönemde bunu başarmak hiç de kolay bir iş değildir.  Muhammed Bahaüddin Efendi bu konudaki yalnızlığını “Hocalar bizi derviş diye sevmiyor, dervişler hoca diye sevmiyor” diyerek dile getirmiştir. Bu durum yalnızca Konya için geçerli de değildir. Son dönem Osmanlı ulemalarından Said Nursi de hem din hem fen ilimlerinin bir arada okutulduğu bir modern bir medrese projesini savunmuştur. Bunun için Sultan II.Abdulhamid Han ile görüşmek istemiş fakat döneminin bürokrasisi buna izin vermediği gibi ,iki Musevi, bir Rum, bir Ermeni, bir Türk doktorun raporu ile Toptaşı Tımarhanesi’ne gönderilmiştir. Ancak tımarhanenin yetkili doktorunun “Said deli ise dünyada akıllı adam yoktur” raporu ile  serbest kalabilmiştir. Sebilürreşad dergisinin sahibi Eşref Edip  zamanının bürokrasisini “Said Nursi’nin bu cesareti, zamanın havsalasına sığmadı. Müstebid pazı paşalar “Bu kadar cesaret akıl karı değildir” diyerek onu tımarhaneye göndererek ancak rahatladılar” diyerek özetlemiştir. İşte Bahaüddin Efendi’nin uğrunda yalnızlık çektiği, Said Nursi’nin tımarhaneye gönderildiği  bu projeyi Konya’da Memiş Efendi’nin torunları  gerçekleştirmeyi başarmıştır. Îslâh-i Medaris  1907/14 arası 7 yıl  açık kalmış ve Haciveyiszade Mustafa Kurucu, İbrahim Hakkı Konyalı gibi mezunlar vermiştir. Türkçe, Arapça Farsça, Fransızca eğitimin zorunlu oldugu bu medrese talebelerini mezuniyet sonrası Cambiridge Üniversitesi’ne göndermeyi bile düşünmüştür.  Fakat, gerek tüm talebeleri yabancı dil bildiği için Filistin Cephesine gönderilmesi sebebiyle, gerek İttihat Terakki’nin baskıları nedeni ile okul 1914 yılında kapatılmıştır. Zira müderris Zeynelabidin Efendi ilk dönemler İttihat Terakki Cemiyeti taraftarıdır. 1908  seçimlerinde İttihat Terakki listelerinden Konya mebusu seçilmiştir. 1911 yılında gördüğü yanlışlıklar üzerine bu kez  koyu bir İttihat Terakki muhalifi olarak Hürriyet ve İtilaf  partisinin kurucularından olmuştur. İttihat Terakki’nin tüm engellemelerine rağmen 1912 seçimlerinde Konya, Bozkır, Hadim, Taşkent, Karaman , Beyşehir, Seydişehirlilerin oyları ile Meclisi Mebusan’a girmiştir. İttihat ve Terakki Hükûmeti tarafından bir ara hapsedilmiş ve sürgüne gönderilmiştir. Kurtuluş Savaşı’nda  sonrası ise  sonra  Yüzellikler listesine dahil edilmiş ve Medine’ de vefat etmiştir. Kısacası o dönemler tam da Kazım Karabekir Paşa’nın “Öyle puslu ki hava, şeytan bile Müslüman mintanı giyiyor” diye tarif ettiği dönemlerdir. Kimin müspet kimin menfi düşünceler içinde olduğu tam olarak idrak edilemediği için yanlış kararların verilebildiği, kurunun yanında, yaşın da çokça yandığı dönemlerdir. İşte biz de, bu en zor dönemlerde bile ülkenin selameti için ıslah ve eğitimden hiç bir zaman vazgeçmeyen “Şeyzade Ailesi”nin hikayesini sizlere aktarmaya çalışacağız. Yeniden görüşebilmek dileğiyle, baki selamlar...   Muhammed Kemal ERDEM      
Ekleme Tarihi: 26 May 2025 - Monday

KONYA’DA UNUTULAN BİR DEĞER ; ŞEYHZADE AİLESİ 1

 

 

Değerli Dostlar.

Anadolu Selçukluları tarafından Konya – Alanya güzergahı üzerinde yapılan ilk kervansaray , Selçuklu devlet adamı Şemseddin Altunaba tarafından 1202 yılında yaptırılan Altunaba Hanı’dır. Yüzyıllar boyu yoldan geçenleri ağırlayan han, 1950li yıllarda  bulunduğu vadiye yapılan baraj ile sular altında kalmış ve barajın adını bu han vesilesiyle aldığı bile unutulmuştur. Nitekim baraj sularının  çekilmesi ile yıllardır suların gizlediği han yeniden ortaya çıkmıştır.

 İşte  Konya’nın maddi ve manevi eğitimine yönelik katkıları sebebiyle “Şeyhzade Ailesi “ olarak anılan Nakşibendi Şeyhi  Memiş Efendi ve ahfadı da adeta suların derininde gizlenen Altunaba Hanı gibi yeniden gün yüzüne çıkacağı günü bekliyor. Suları azaltacak kudretimiz olmasa da yaklaşık  10  hafta sürmesini planladığım bu yazı dizisiyle, ailenin Konya’da bıraktıkları eser ve etkileri anlatmaya gayret edeceğiz.

Dilerseniz, öncelikle Nakşibendiliğin tarihi serüveni hakkında ön bir bilgi verelim. Horasan menşei Sünni tarikatlardan biri olan Nakşibendilik, kurucusu Bahaeddin-i Nakşibend’e (ö 1389) nispetle bu isimle tanınmıştır. Tarikatın temeli  Yusuf el-hemedani tarafından kurulan Hacegan tarikatına dayanır

Tarikat ilk olarak Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı coğrafyasına giriş yapmış,  II. Bayezid döneminde ise Sünnilik hassasiyeti sayesinde kolayca zemin bulmuştur. Tarikatın geniş bir çevreye yayılması ise 18. Yüzyılda Mevlana Halid-i Bağdadi’nin  Osmanlı coğrafyasına gönderdiği, 116 halifesi sayesinde olmuştur. İşte o halifelerden birisi de soyu peygamber efendimize dayanan Muhammed Kutsi Bozkır-i, yaygın ismi ile Memiş Efendi’dir.

18. Yüzyıldan itibaren İslam toplumlarının modernite ile yüzleşmesine Nakşiler eğitim ile karşı koyabileceklerini düşünerek Konya’da birbiri ardına medreseler açmışlardır. Bu eğitim kurumlarından en bilineni, kendisi de Nakşibendi tarikatına mensup olan, Ebu Bekir Sami Paşa tarafından 1846 yılında bugünkü Konya Merkez Bankasının olduğu yerde açılan ve 1924 yılında yıktırılan Bekir Sami Paşa Medresesi’dir.

1862 yılında medreseye Başmüderris olarak Memiş Efendi’nin oğlu Muhammed Bahaüddin Efendi atanmış, ölümü sonrası ise yerine oğlu Şeyhzade Ahmet Efendi geçmiştir. Bahaüddin Efendinin oğulları Zeynelabidin, Rıfat ve Şeyzade Ahmet Efendi , klâsik usul medreselerin gözden düştüğü bu dönemde ıslah edilmiş modern bir medrese düşüncesini hayata geçirmişlerdir. Dini eğitim ile modern batı ilimlerinin bir arada öğretildiği yeni nesil bir  medrese olan Islah-ı Medaris’i kurmuşlardır.

O dönemde bunu başarmak hiç de kolay bir iş değildir.  Muhammed Bahaüddin Efendi bu konudaki yalnızlığını “Hocalar bizi derviş diye sevmiyor, dervişler hoca diye sevmiyor” diyerek dile getirmiştir.

Bu durum yalnızca Konya için geçerli de değildir. Son dönem Osmanlı ulemalarından Said Nursi de hem din hem fen ilimlerinin bir arada okutulduğu bir modern bir medrese projesini savunmuştur. Bunun için Sultan II.Abdulhamid Han ile görüşmek istemiş fakat döneminin bürokrasisi buna izin vermediği gibi ,iki Musevi, bir Rum, bir Ermeni, bir Türk doktorun raporu ile Toptaşı Tımarhanesi’ne gönderilmiştir. Ancak tımarhanenin yetkili doktorunun “Said deli ise dünyada akıllı adam yoktur” raporu ile  serbest kalabilmiştir. Sebilürreşad dergisinin sahibi Eşref Edip  zamanının bürokrasisini “Said Nursi’nin bu cesareti, zamanın havsalasına sığmadı. Müstebid pazı paşalar “Bu kadar cesaret akıl karı değildir” diyerek onu tımarhaneye göndererek ancak rahatladılar” diyerek özetlemiştir.

İşte Bahaüddin Efendi’nin uğrunda yalnızlık çektiği, Said Nursi’nin tımarhaneye gönderildiği  bu projeyi Konya’da Memiş Efendi’nin torunları  gerçekleştirmeyi başarmıştır. Îslâh-i Medaris  1907/14 arası 7 yıl  açık kalmış ve Haciveyiszade Mustafa Kurucu, İbrahim Hakkı Konyalı gibi mezunlar vermiştir.

Türkçe, Arapça Farsça, Fransızca eğitimin zorunlu oldugu bu medrese talebelerini mezuniyet sonrası Cambiridge Üniversitesi’ne göndermeyi bile düşünmüştür.  Fakat, gerek tüm talebeleri yabancı dil bildiği için Filistin Cephesine gönderilmesi sebebiyle, gerek İttihat Terakki’nin baskıları nedeni ile okul 1914 yılında kapatılmıştır. Zira müderris Zeynelabidin Efendi ilk dönemler İttihat Terakki Cemiyeti taraftarıdır. 1908  seçimlerinde İttihat Terakki listelerinden Konya mebusu seçilmiştir. 1911 yılında gördüğü yanlışlıklar üzerine bu kez  koyu bir İttihat Terakki muhalifi olarak Hürriyet ve İtilaf  partisinin kurucularından olmuştur. İttihat Terakki’nin tüm engellemelerine rağmen 1912 seçimlerinde Konya, Bozkır, Hadim, Taşkent, Karaman , Beyşehir, Seydişehirlilerin oyları ile Meclisi Mebusan’a girmiştir. İttihat ve Terakki Hükûmeti tarafından bir ara hapsedilmiş ve sürgüne gönderilmiştir. Kurtuluş Savaşı’nda  sonrası ise  sonra  Yüzellikler listesine dahil edilmiş ve Medine’ de vefat etmiştir.

Kısacası o dönemler tam da Kazım Karabekir Paşa’nın “Öyle puslu ki hava, şeytan bile Müslüman mintanı giyiyor” diye tarif ettiği dönemlerdir. Kimin müspet kimin menfi düşünceler içinde olduğu tam olarak idrak edilemediği için yanlış kararların verilebildiği, kurunun yanında, yaşın da çokça yandığı dönemlerdir.

İşte biz de, bu en zor dönemlerde bile ülkenin selameti için ıslah ve eğitimden hiç bir zaman vazgeçmeyen “Şeyzade Ailesi”nin hikayesini sizlere aktarmaya çalışacağız.

Yeniden görüşebilmek dileğiyle, baki selamlar...

 

Muhammed Kemal ERDEM

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve toroslargazetesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.